Öğrencilerimiz için kayıp bir dönem

Öğrencilerimiz için kayıp bir dönem

Eğitim Sen Genel Merkezi 2020-2021 Eğitim öğretim yılı birinci dönem değerlendirmesini ayrıntılı bir şekilde verilere dayalı olarak açıkladı. Eğitim bu dönem pandeminin dayattığı koşullarda uzaktan yapılmaya çalışıldı. Bu süreçte eğitimde eşitsizlikler daha da derinleşti. Uzaktan eğitime erişim sağlayamayan öğrenciler eğitim öğretim faaliyetlerinden geride kaldılar. Bu gerçekliğe rağmen Milli Eğitim Bakanlığının uzaktan eğitimde öğrencilere not verme dayatmaları kabul edilemez.

Bu eğitim öğretim döneminde eğitim emekçileri de görev tanımlamalarının dışında birçok angarya işlerde çalıştırılma dayatması ile karşılaştılar. Bu süreçte çeşitli yöntemlerle öğretmenlik mesleğinin itibarsızlaştırılmasına dönük yaklaşımlar, açıklamalar, uygulamalar yaşandı.

Özel okullar bu dönemde de korunup kollandı. Eğitim herkesin parasız yararlanması gereken kamusal bir hak olmaktan çok bir piyasa mantığı ile dizayn edildi. Bakanlığın aldığı kararlarda Eğitim biliminin gerekliliği değil, özel okul sahiplerinin ihtiyaçları belirleyici oldu. Milli Eğitim bakanlığı bilimsel kriterlerle ve geçmiş deneyimlerle değil “deneme yanılma yöntemleri” ile süreci işletti. Bu nedenle de kararlar sürekli değişkenlik gösterdi.

2020-2021 Eğitim Öğretim yılının birinci yarısı ne yazık ki kayıp bir dönem olmuştur. Ülkemizde yaşanan işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı ailelerin yaşamlarında belirleyici olmuş milyonlarca öğrenci de bu durumdan olumsuz etkilenmiştir. Milli Eğitim bakanlığı ikinci dönemin sağlıklı bir şekilde başlatılabilmesi için gerekli tedbirleri almalıdır. İkinci dönemde pandemi kurallarına uygun bir şekilde, eğitim emekçileri öncelikli olarak aşılanmalı ve bu sürecin hızlı bir şekilde tamamlanmasından sonra yüzyüze eğitime başlanmalıdır.

Eğitim Sen Genel Merkezi tarafından hazırlanan 2020-2021 Eğitim Öğretim Yılı Birinci Dönem değerlendirmesi aşağıdadır.

 

2020/’21 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI I. YARIYILINDA EĞİTİMİN DURUMU

 

Pandemi koşullarında başlayan 2020-2021 eğitim öğretim yılının ilk yarısı 22 Ocak 2021 tarihinde sona erecektir. 2020-2021 eğitim öğretim yılı başlamadan önce okulların açılma tarihi çok önceden belli olmasına rağmen ne yüz yüze eğitim, ne de uzaktan eğitim uygulamalarına tam anlamıyla hazırlık yapmayan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), yaşanan sorunlara çözüm üretmekte yetersiz kalmıştır.

21 Eylül’de okullarda yüz yüze eğitim, seyreltilmiş uygulamalar eşliğinde anasınıfı ve ilkokul birinci sınıflarda haftada bir gün olacak şekilde başlatılmıştır. Ekim ayının başında ilkokul birinci sınıflara ek olarak 2., 3., 4., 8. ve 12. sınıflarda da yüz yüze eğitime geçilmiştir. Kasım ayının başında 5. ve 9. Sınıf öğrencileri de haftada iki gün okula gitmeye başlamış, ancak ilerleyen günlerde Kovid-19 vaka sayılarının artmaya başlaması ile birlikte yeniden uzaktan eğitime geçilmiştir.

 

PANDEMİ VE ‘UZAKTAN EĞİTİM’ SÜRECİ

 

Pandemi riskine karşı uzaktan eğitime geçilmesi ile kamusal bir hizmet olan ve her çocuğun eşit bir şekilde faydalanması gereken eğitim hakkına ulaşmak güçleşmiştir. Özellikle düşük gelirli ve yoksul aile çocukları ile mevsimlik tarım işçiliği yapan çocuklar normal koşullarda bile eğitim olanaklarından yeterince yararlanamazken, uzaktan eğitim ile birlikte her çocuğun ulaşabileceği bilgisayar, internet gibi teknolojik araçlarının olmaması, çocukların eğitim sisteminden dışlanmalarına yol açmıştır.

Türkiye’de bölgeler, iller,  ilçeler, mahalleler hatta okullarda ve okul içindeki şubeler arasında bile eğitime erişimde hem nitelik hem de nicelik olarak ciddi farklılıklar vardır. Salgın süreci ile birlikte eğitimde var olan eşitsizlikler daha da derinleşmiştir.

UNESCO’nun verilerine göre Kovid-19 pandemisi dünyada 190’dan fazla ülkede 1,6 milyardan fazla çocuğun eğitimini etkilemiştir. Bu sayı dünya üzerindeki çocukların yüzde 90’ını ifade etmektedir. Salgından dolayı 10 milyona yakın çocuğun okulu bırakma riski ortaya çıkmıştır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve UNICEF’e göre Kovid-19 salgını sonucunda milyonlarca çocuğun çocuk işçiliğine itilmesi riski artmıştır.

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’ne (OECD) göre, “Sessiz çalışma yeri olan öğrenciler” listesinde 77 OECD ülkesi arasında 49’uncu sırada yer alan Türkiye’de, bilgisayar sahipliği oranı da yüzde 44,1’dir. Türkiye, OECD’nin ‘Okul Çalışmaları İçin Bilgisayara Erişim’ isimli 77 ülkelik listesinde 64’üncü olarak ortalamanın çok gerisindedir. Bilgisayara erişimi olan öğrencilerin ortalaması Türkiye’de yüzde 70’in biraz altında kalırken ‘Avantajlı okullarda’ okuyan öğrencilerde bu oran yüzde 90’a yaklaşmaktadır.

UNICEF, dünyada 1,5 milyar öğrencinin salgından olumsuz etkilendiğini ve 463 milyon öğrencinin ise uzaktan eğitime erişim için gerekli cihazlara ve imkanlara sahip olmadığını açıklamıştır. Türkiye’de en az 6 milyon öğrencinin uzaktan eğitim için gerekli cihazları, başta internet erişimi olmak üzere gerekli imkanlara tam anlamıyla sahip olmadığı görülmüştür.

Türkiye’de bir tarafta hem tablete, hem bilgisayara hem de akıllı telefona erişen öğrenciler, diğer tarafta herhangi bir cihaza sahip olmadığı için akşam babasının ya da annesinin eve gelmesini bekleyen ve onun cep telefonundan internete girmeye çalışan hatta evinde televizyonu olmayan olsa dahi kalabalık hanede yaşadığı için televizyon önceliği olmayan öğrenciler bulunmaktadır.

TÜİK verilerine göre Türkiye’de 2 buçuk milyondan fazla hanede, hane halkı sayısı 6’nın üzerindedir. Kalabalık hanelerde yaşayan çocukların ne kadarının televizyona ve internete erişebileceği tartışmalıdır. Özellikle yoksul ve kırsal bölgelerde iletişime geçtiğimiz öğretmenlerin önemli bölümü öğrencilerin yarısından fazlasının EBA’ya erişemediğini ifade etmiş ve bu durumun kendilerini çaresizliğe ittiğini belirtmişlerdir.

Pandemi sürecinde öğrencilerimiz, uzaktan eğitime erişen, kısmen erişen ve hiç erişemeyen şeklinde sınıflara ayrılmış, özellikle yoksul emekçi çocukları, özel eğitim kapsamındaki çocuklar, tarım işçisi çocuklar, anadili farklı olan çocuklar ve dezavantajlı gruplar uzaktan eğitime ulaşamamış, sistemin tamamen dışına itilmişlerdir.

Özel okullardaki öğrenciler salgının başından itibaren uzaktan eğitime erişimde hiçbir sorun yaşamazken, devlet okullarında uzaktan eğitime erişim ve teknolojik araç eksiklikleri sorunu bir türlü çözülememiştir. Yüz yüze eğitimde yaşanan eşitsizlikler uzaktan eğitim süreciyle daha da derinleşmiş, bütün yük öğrencilerimizin, velilerimizin ve öğretmen arkadaşlarımızın üzerine yıkılmıştır.

Uzaktan eğitim sürecinde öğretmenlerin derslerin niteliğini artırmak için bilgisayar, tablet, internet vb. alarak yeni harcamalar yapmak zorunda bırakılmış ve artan internet ve telefon faturaları nedeniyle giderlerde önemli artışlar yaşanmıştır. İnternet, bilgisayar ve tablet desteği görmeyen öğretmenlerimiz, uzaktan eğitim sürecinde ek ders ücretlerinin ödenmesi sürecinde de çeşitli mağduriyetlerle karşı karşıya bırakılmıştır.

Meslek lisesi öğrencileri okulların kapatıldığı dönemde bile okullara çağrılarak maske yapımında çalıştırılmıştır. Eğitime ikinci kez ara verilmesinin ardından staj yapan meslek lisesi öğrencilerinin stajları tepkiler üzerine MEB tarafından 4 Ocak 2021 tarihine kadar durdurulmuştur.

Yüz yüze eğitime kıyasla çok daha sınırlı olan uzaktan eğitimde ve canlı derslerde, örgün eğitimde uygulanan müfredatın aynısı verilmeye çalışılmış; müfredatta bir seyreltme ve azaltma yoluna gidilmemiştir. Müfredatla paralel olarak ders kitapları da uzaktan eğitime uygun olmadığından canlı derslerde normal ders kitaplarının kullanılması sorun yaratmıştır. Uzaktan eğitime uygun basılı ve dijital materyallerin yetersizliği gibi sorunlar süreci daha da zorlaştıran etkenler olmuştur.

Öğretmenlere hem uzaktan eğitimi uygulamak, hem de uzaktan eğitimde kullanılacak materyal geliştirme konusunda yeterince destek sağlanmamış olması, 2020-2021 eğitim öğretim yılının birinci döneminin özellikle öğrencilerimiz açısından büyük ölçüde kayıp bir dönem olmasına neden olmuştur. Bu kayıp dönemin nasıl telafi edileceği ya da telafi edilip edilemeyeceği konusunda hiç de iç açıcı bir tablo bulunmamaktadır.

Eğitim Sen gerekli tüm önlemlerin alınarak, okulların fiziki olarak salgında güvenle kullanılabilir hale getirilerek ve ihtiyaç duyulan personel (sağlık çalışanı, temizlik görevlisi ve öğretmen) atanarak yüz yüze eğitimin başlaması gerektiğini düşünmektedir. Özellikle okul öncesi ve ilkokul kademesindeki öğrencilere yönelik olarak gerekli hazırlıklar yapılarak en kısa sürede yüz yüze eğitime geçilmelidir.

 

MEB’İN NOT VERME ISRARI EĞİTİMDE EŞİTSİZLİKLERİ DERİNLEŞTİRİYOR

 

2020-2021 Eğitim öğretim yılı başlangıcında kısa bir dönem seyreltilmiş yüz yüze eğitim uygulaması yapılmış olsa da, pandeminin tekrar yükselişe geçişiyle birlikte yeniden uzaktan eğitim koşullarına dönülmüştür.

MEB’in karne notu vermek adına yüz yüze sınav yapma denemesinin başta sendikamız olmak üzere, toplumun tüm kesimlerince tepkiyle karşılanması üzerine bu uygulamadan vazgeçilirken, milyonlarca öğrencinin derse katılamadığını bile bile ‘derse katılım performans notu’ adı altında not verme işlemi başlatılmıştır. Sendikamız, not verme işlemi için yönetmelikte yapılan değişikliğin iptali ve not verme işleminin yürütmesinin durdurulması için dava açmıştır. Bunun üzerine MEB, not verme işleminde öğrencinin derse katılıp katılmadığına dair öğretmenlerimizden bir belge istenmeyeceği ve öğrencinin üstün yararı gözetilerek not verilmesi yönünde bir içerikle yazı yayınlamak durumunda kalmıştır.

Bütün bu gelişmeler, MEB’in pandemi koşullarında uzaktan eğitime erişimde yaşanan eşitsizlikleri gidermek yerine birbiriyle çelişen kararlar alarak hem öğrencilerimizi hem de eğitim emekçilerini mağdur etmiştir. MEB, eğitimde her şeyin güllük gülistanlık bir havada olduğuna dair algı yaratarak toplumu buna inandırmaya çalışması, bakanlığın süreci doğru yönetemediğini göstermektedir.

 

ZORUNLU SEÇMELİ DERS DAYATMASI

 

Türkiye’de yıllardır ülkenin ve çocuklarımızın ihtiyaçlarından çok, iktidarın siyasal ve ideolojik hedefleri doğrultusunda hayata geçirilen eğitim politikalarının bazı hallerde öğrenci ve veliler için dayatmacı uygulamaları da beraberinde getirmiştir.  Bu durumun en somut örneği seçmeli derslerin seçimi sırasında yaşanmaktadır.

MEB’in ortaokullar ve liseler için seçmeli ders tercihlerinin 4-22 Ocak 2021 tarihleri arasında yapılacağını açıklamasının ardından geçmiş yıllarda yaşananlara benzer adımlar atılmaya çalışılmıştır. Pandemi nedeniyle uzaktan eğitimin yapıldığı, öğrencilerin eğitime erişim konusunda ciddi sorunlar yaşadığı bir dönemde seçmeli derslerin belirlenmesi sürecinde bazı dini içerikli derslerin seçilmesi için başta Din Öğretimi Genel Müdürlüğü olmak üzere, il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri, eğitim yöneticileri, hatta dini dernek ve cemaatler aracılığıyla öğrencilerin ‘zorunlu seçmeli dersler’ olarak ifade edilen dersleri seçmeleri için büyük bir seferberlik başlatılmıştır.

Tamamına yakını iktidar çizgisinde olan İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri’nin yönlendirmesiyle, kimi illerde eğitim yöneticilerine iletilen yazılı ve sözlü talimatlarla, öğrencilerin “Kuran-ı Kerim”, “Hz. Muhammed’in Hayatı” ve “Temel Dini Bilgiler” derslerini seçmeye yönlendirilmesi istenmiştir. Öğrencilerin farklı dersleri seçme yönündeki talepleri öğrenci azlığı nedeniyle geri çevrilirken, aynı şart söz konusu seçmeli dersler için uygulanmamıştır.

Öğrencilerin uzaktan eğitime erişimde yaşadığı sorunları çözmek için gösterilmeyen çabanın, belli dersleri seçmeye yönlendirmek için harcanması dikkat çekici olmuştur. Bu durum başta laik eğitim olmak üzere, eğitimin en temel ilkelerinin, Türkiye’deki bulunan farklı inanç gruplarının ve eşit yurttaşlık ilkesinin açıkla yok sayılması anlamına gelmiştir.

 

GÜVENCESİZ İSTİHDAM, ESNEK ÇALIŞMA VE ANGARYA UYGULAMALARI

 

Türkiye’de uzaktan eğitim süreci, eğitim ve bilim emekçilerinin emeği ve yoğun çabası eşliğinde hayata geçirilmiştir. Eğitim ve bilim emekçileri, evlerini fiilen okul haline getirmiş, bilgisayar, internet erişimi, öğretim materyalleri gibi araçlar bireysel çabalarla sağlanmış veya satın alınmıştır. Yasalarla tanımlanmış sekiz saatlik çalışma süresi öğrencileri ve velileri desteklemek üzere daha uzun saatlere, akşam saatlerine ve hafta sonlarına kadar uzamıştır. Okul çağında çocukları olan eğitim ve bilim emekçileri evde sessiz bir yer bulmak için büyük özverilerde bulunarak çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Bu çabalara karşın, özellikle kadın emekçilerin yoğun ev içi emeği, eğitim alanının genel görünmezliği durumunun uzantısı olarak daha da görünmez kılınmıştır.

Eğitim ve bilim emekçilerinin evdeki emek süreci ve karşılaştığı güçlükler hakkında bir çalışma yapmayan MEB, bu görünmezlik algısıyla öğretmenlere eğitim ve deneyimlerinin dışında kalan işler vermek gibi uygulamalara girişmiştir. Öğretmenlerimiz hafta içi uzaktan eğitim derslerini gündüz saatlerinde işlemekle birlikte, bir yandan saat 18.00’den sonra ve cumartesi günleri uzaktan eğitim dersleri için yoğun hazırlık ve ders uygulaması yapmak zorunda kalmıştır.

Kamuda evden çalışma, dönüşümlü çalışma, uzaktan çalışma vb gibi uygulamaların başlaması, eğitim ve bilim emekçileri açısından önemli tehditleri de beraberinde getirmiştir. Bazı illerde pandemi gerekçesiyle öğretmenler ‘geçici görevlendirme’ ile zaman zaman polis kontrol noktalarında ateş ölçmek ya da kalabalık yerlerde bilgilendirme broşürleri dağıtmak için görevlendirilmiştir. Farklı illerde, öğretmenlerin filyasyon ekiplerinde ya da çağrı merkezlerinde çalışmak için görevlendirildiği görülmüştür. Bu tür uygulamaların çoğu sendikamızın ve kamuoyunun tepkisi üzerine iptal edilmiştir. 2020-2021 eğitim öğretim yılının ilk yarısında eğitim alanında hayata geçirilmeye çalışılan esnek çalışma ve angarya uygulamaları salgın sürecinde sadece çalışma biçimlerinin değil, iş ve görev tanımlarının da ihtiyaca göre esnekleştirilmeye çalışıldığını göstermiştir.

15 Temmuz sonrasında tüm kamuda olduğu gibi eğitim alanında da sözlü sınav/mülakat üzerinden kullanılarak sözleşmeli öğretmen atamaları yapılmaya başlanmıştır. Öğretmen atamalarında mülakat ve sözleşmeli istihdam uygulamasında ısrar, liyakatin adım adım terk edilmesini beraberinde getirmiştir. Eylül 2020 itibariyle MEB bünyesinde görev yapan sözleşmeli öğretmen sayısı 101 bin 730’a ulaşmıştır. Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasıyla birlikte eğitimde güvencesiz istihdama kapı aralanması sağlanmıştır. Sayıları yüz bini aşan sözleşmeli öğretmenlerin mazerete dayalı tayin hakkı sorunu sürerken, 3 yıl +1 yıl sözleşmeli istihdam düzenlemesi var olan sorunları daha da derinleştirmiştir.

Ülke çapında görev yapan ve tamamı yakını asgari ücretin altında ücret alan ve sigortaları 13-15 gün üzerinden yatan ücretli öğretmen sayısı ise 100 bine yakındır. Yıllardır fiilen uygulanan ücretli öğretmenlik gerçekliği önümüzdeki temel sorunlardan birisi olması nedeniyle eşit işe eşit ücret hakkının ve tüm özlük mesleki hakların bütün öğretmenler için uygulanması gerekmektedir.

Sözleşmeli öğretmenlik mülakatında sorulan ve öğretmenlikle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan ve basına da yansıyan siyasi içerikli sorular üzerinden KPSS’de yüksek puan alan çok sayıda öğretmen adayının elenmesine neden olmuştur. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında kamu istihdamında benimsenen güvencesiz/sözleşmeli istihdam uygulamalarının yaygınlaşması, ‘Güvenlik soruşturması’ adı altında yapılan elemeler, mülakat sınavlarında siyaseten muhalif görülen, iktidarın eğitim politikalarına onay vermeyen, onun istediği şekilde yaşamayan ve düşünmeyenlere yönelik olarak benimsenen ayrımcı tutumların sürdürülmesi, öğretmen alımı ve istihdamında ciddi sorunların yaşanmasını beraberinde getirmiştir.

Öğretmenler arasında kadrolu, sözleşmeli ya da ücretli öğretmen ayrımı yapılması doğru değildir. Eğitimin vazgeçilmez öğesi öğretmendir ve eğitimin niteliği, öğretmenin niteliği ile doğru orantılıdır. Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerin mevcut çalışma koşulları ile öğrencilere ve genel olarak eğitime yeterince faydasının olması mümkün değildir. Eğitimin niteliği düşünülüyorsa sözleşmeli, ücretli ya da başka bir ad altında yapılan öğretmenlik uygulamalarının tamamına son verilmelidir.

Kamu hizmetlerinin sürekliliği, düzenliliği ve halka daha nitelikli olarak sunulması için eğitimde her türlü güvencesiz istihdam uygulamasından derhal vazgeçilmeli, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu kalıcı olarak çözülerek herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.

 

KAMU KAYNAKLARININ ÖZEL OKULLARA AKTARILMASI

 

Devlet okulları sorunlarla boğuşurken, 2020-2021 eğitim öğretim yılında kamu kaynaklarından özel okullara yapılacak teşvikler açıklanmıştır. 2020-2021 eğitim öğretim yılında destekler ilkokul 3. ve 4. sınıf, ortaokul 7. ve 8. sınıf ve ortaöğretim 10., 11.,ve  12. sınıf okul kademelerinde öğrenim gören öğrenci başına okullara verilecektir. Buna göre; İlkokul 3 ve 4. Sınıf öğrencileri için öğrenci başına 4 bin 165 TL; Ortaokul 7. ve 8. Sınıf öğrencileri için öğrenci başına 4 bin 849 TL; Ortaöğretim 10., 11., ve 12. Sınıf öğrencileri için öğrenci başına 4 bin 849 TL ödeme doğrudan kamu kaynakları üzerinden yapılacaktır.

Son 18 yılda bu konuda önemli adımlar atılmış, bugün itibariyle Türkiye’de özel okul sayısının toplam okul sayısına oranı yüzde 20’ye ulaşmıştır. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, mecliste daha önce yaptığı bütçe sunuş konuşmasında 2020-2021 eğitim öğretim yılı başında tüm eğitim kademelerinde toplam 14 bin 617 özel okul bulunduğunu, özel okullara kayıtlı öğrencilerin toplam öğrenci sayısına oranının ise yüzde 8,8 olduğunu açıklayarak, 2021 yılında özel okullara toplam 891 milyon TL eğitim desteği verileceğini açıklamıştır.

Velilerin çocuklarını özel okullara yöneltmesinde devlet okullarının 4+4+4 nedeniyle yaşadığı ağır tahribatın, özellikle devlet okullarında yaygınlaşan yoğun dinselleşme pratiklerinin belirleyici olduğunu belirtmek gerekir. Zorunlu-seçmeli din dersleri, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar vb gibi pek çok neden birçok velinin çocuğunu özel okullara yönlendirmesini beraberinde getirmiştir.

 

İlkokul ve Ortaokulda Okul, Öğrenci ve Öğretmen Sayıları (Özel)

 

 

Eğitim Yılı

İlköğretim

Özel Okul sayısı

İlköğretim

Öğrenci Sayısı

İlköğretim

Öğretmen Sayısı

2011/’12931286.97231.691
İlkokulOrtaokulİlkokulOrtaokulİlkokulOrtaokul
2012/’13992904167 381164 29420.54618.926
2013/’141.071972184 325182 01921.27321.459
2014/’151.2051.111203 272208 42422.19423.016
2015/’161.3891.555232.039278.08925.90831.288
2016/’171.3241.481213.113288.76623.10828.775
2017/’181.6181.869233.740321.77928.96637.593
2018/’191.8082.060262.164338.04632.66741.437
2019/’201.9822.351274.018347.49533.51442.944
4.333621.51376.458

 

Özel Ortaöğretimde Okul, Öğrenci ve Öğretmen Sayıları

 

Eğitim YılıOkulÖğrenciÖğretmen
2011/’12885138.16419.386
2012/’131.033156.66522.378
2013/’141.433196.66329.040
2014/’151.603240.17131.113
2015/’162.504373.39449.898
2016/’172.618514.48052.569
2017/’182.989559.83863.451
2018/’193.589581.69374.572
2019/’203.882557.47275.576

 

Hükümetin özel okulları teşvik politikası içinde özel ortaöğretim kurumlarının ayrı bir yeri bulunmaktadır. Dershanelerin özel okullara/temel liselere dönüştürülmesi sürecinin de etkisiyle özel ortaöğretim kurumlarının sayısı 2019-2020 eğitim öğretim yılı sonu itibariyle tarihin en yüksek seviyesine çıkmıştır.

Eğitimde 4+4+4 öncesinde Türkiye’de sadece 885 özel lise varken, son sekiz yıl içinde tamamen hükümet ve MEB işbirliğiyle özel lise sayısı tam 4 kattan fazla artmıştır. Benzer bir şekilde 4+4+4 öncesinde özel liselere giden öğrenci sayısı 138 bin 164 iken aradan geçen süre içinde 4 kat artış göstermiştir.

Velilerin çocuklarını özel okullara yöneltmesinde devlet okullarının 4+4+4 nedeniyle yaşadığı tahribatın, özellikle devlet okullarında yaygınlaşan yoğun dinselleşme pratiklerinin belirleyici olduğunu belirtmek gerekir. Zorunlu-seçmeli din dersleri, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar gibi pek çok neden birçok velinin özel okullara yönelmesini beraberinde getirmiştir.

 

 

 

 

Özel Mesleki ve Teknik Ortaöğretimde Okul, Öğrenci ve Öğretmen Sayısı

 

Eğitim YılıÖzel Ortaöğretim SayısıÖğrenci SayısıÖğretmen Sayısı
2011/’12454.348689
2012/’1312617.8542.181
2013/’1442654.1537.472
2014/’1542975.8907.660
2015/’1641999.2178.604
2016/’17372111.7207.771
2017/’18383109.1138.873
2018/’19413107.2289.278
2019/’20401108.9188.881

 

Eğitimde 4+4+4 öncesinde, 2011-2012 eğitim öğretim yılında Türkiye’de sadece 45 özel meslek lisesi varken, son sekiz yıl içinde kamu kaynaklarıyla yapılan doğrudan destek ve teşvikler sonucunda okul sayısı 9 kat artmış ve 2019/’20 eğitim öğretim yılı sonu itibariyle bu sayı 401 olmuştur. Aynı dönemde özel meslek liselerine giden öğrenci sayısı ise yaklaşık 25 kat artış göstererek 4 bin 348’den 108 bin 918’e yükselmiştir. Özel meslek liselerinde ve teknik liselerde okul sayısı 9 kat artarken öğrenci sayısının 25 kat artmış olmasının en temel nedeni, MEB’in özel mesleki eğitime yönelik okullaşma politikasının yanı sıra, özel mesleki ve teknik liselere giden öğrenci başına değişen miktarlarda doğrudan parasal destek sunulmasıdır.

MEB, eğitimin gittikçe daralan kamusal niteliğini tamamen ortadan kaldırmaya çalışırken, öğrenci ve velileri açıkça özel okullara yönlendirme politikasını sürdürmektedir. Özellikle 4+4+4 düzenlemesi sonrasında, velilerin ekonomik koşullarını zorlayarak çocuklarını özel okullara göndermesi, teşvik politikaları ile özel okul sayılarının ve bu okullara giden öğrenci sayısının ciddi anlamda artmasını beraberinde getirmiştir.

MEB’in Örgün Eğitim İstatistikleri’ne göre Türkiye’de 2020 yılsonu itibariyle toplam 13 bin 870 özel öğretim kurumu (okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise) bulunmaktadır. Ancak Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, TBMM’de Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmelerinde yaptığı sunumda 2020-2021 eğitim öğretim yılı itibariyle tüm eğitim kademelerinde toplam 14 bin 617 özel okul bulunduğunu açıklamıştır. Türkiye’deki özel okul sayısının toplam okul sayısına oranı iktidarın yoğun çabaları sonucunda yüzde 20’yi aşmış durumdadır.

MEB’in özel okulların sorunları devlet okullarından daha fazla önemsediği bir dönemde, Özel okullara Türkiye Özel Okullar Derneği (TÖZOK) verilerine göre, salgınla birlikte yaklaşık 300 bin öğrenci özel okullardan kaydını sildirmiştir. Pandemi sürecinde resmi verilere göre 636, TÖZOK’a göre yaklaşık bin özel okul kapanmış, 5 bine yakın eğitim emekçisi işsiz kalmıştır. Henüz işini kaybetmeyen özel okul öğretmenlerinin önemli bir bölümü kısa çalışma ödeneğiyle birlikte salgının ağır faturasını ödemeye zorlanmıştır.

MEB, devlet okullarının yıllardır çözüm bekleyen yapısal sorunlarını çözmek, okulların ödenek ihtiyaçlarını karşılamak yerine, kamu kaynaklarını özel okullara aktarma politikasını sürdürmeye devam etmiştir. Özellikle 4+4+4 dayatması sonrasında, velilerin ekonomik koşullarını zorlayarak çocuklarını özel okullara gönderme oranı belirgin şekilde artmıştır. Velilerin çocuklarını özel okullara yöneltmesinde devlet okullarının 4+4+4 nedeniyle yaşadığı ağır tahribatın, özellikle devlet okullarında yaygınlaşan yoğun dinselleşme pratiklerinin belirleyici olduğunu belirtmek gerekir. Zorunlu-seçmeli din dersleri, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar vb gibi pek çok neden birçok velinin çocuğunu özel okullara yönlendirmesini beraberinde getirmiştir.

 

İlkokul ve Ortaokulda Okul, Öğrenci ve Öğretmen Sayıları (Resmi)

 

Eğitim Yılı

İlköğretim

Okul sayısı

İlköğretim

Öğrenci Sayısı

İlköğretim

Öğretmen Sayısı

İlkokulOrtaokulİlkokulOrtaokulİlkokulOrtaokul
2012/’1328.17716.0835.426.5295.402.692261.497269.759
2013/’1427.46116.0475.390.5915.296.380267.171280.804
2014/’1526.33915.8575.230.8784.754.540273.058273.049
2015/’1625.13315.7875.128.6644.595.342277.053291.392
2016/’1724.15516.3974.759.3175.066.780269.770295.575
2017/’1823.34916.8754.870.8595.077.153297.176302.257
2018/’1922.93116.8645.005.2145.099.275268.065312.761
2019/’2022.80816.9165.005.9275.131.431275.733328.646

 

MEB’in resmi verilerine göre, eğitimde 4+4+4 uygulamasının başlamasından bu yana devlete ait ilkokul sayısı 5 bin 369 azalmıştır. Aynı dönemde devlet okullarına giden öğrenci sayısındaki azalış ilkokulda 420 bin 602, ortaokulda ise 271 bin 261 olmuştur.

 

İMAM HATİP OKULLARINA İKTİDAR DESTEĞİ ARTARAK SÜRÜYOR

 

AKP iktidarının eğitimin en temel sorunlarına çözüm üretmek yerine, yıllardır siyasal olarak istismar ettiği imam hatiplerin sayısını arttırma derdine düşmesi, bazı il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin yazılı ve sözlü talimatları ile öğrencilerin imam hatiplere yönlendirilmesiyle imam hatip sayısı yıllar içinde hızla yükselmeye başlamıştır.

 

İmam Hatip Ortaokulu Sayıları (İHO)

 

Bağımsız İHOİHL içinde İHOToplam İHOÖğrenci Sayısı
2012/’137303691.09994.467
2013/’149464151.361240.015
2014/’151.2193781.597385.830
2015/’161.6223391.961524.295
2016/’172.3263452.671651.954
2017/’182.8594273.286723.108
2018/’192.8475473.394761.785
2019/’202.8226153.437777.439

 

2012-2013 eğitim öğretim yılında 730’u bağımsız, 369’u imam hatip lisesi bünyesinde toplam 1.099 imam hatip ortaokulu varken 2019/’20 eğitim-öğretim yılı sonu itibariyle 2 bin 822’si bağımsız, 615’i imam hatip lisesi bünyesinde olmak üzere toplam 3 bin 437 imam hatip ortaokulu bulunmaktadır. İmam hatip ortaokullarında okuyan toplam öğrenci sayısı 2012-2013 eğitim öğretim yılında 94 bin 467 iken, 2019/’20 eğitim öğretim yılı sonu itibariyle 8 kat artarak 777 bin 439 olmuştur. Bu artışın en önemli nedeninin MEB’in imam hatip ortaokullarına yönelik okullaşma politikası olduğu açıktır.

MEB, devlet okullarına ihtiyacı kadar ödenek ayırmayıp, eğitimin finansmanı için elini velilerin cebinden çıkarmazken, imam hatip okulları söz konusu olunca bütün parasal kaynaklar seferber edilmektedir. Yıllardır siyasal istismar konusu olan imam hatip okulları her açıdan desteklenerek, tüm masrafları devlet tarafından karşılanarak, özellikle yoksul ailelerin çocuklarını bu okullara göndermeleri yönünde çalışmalar yapılmaktadır.

   İmam Hatip Liseleri (İHL) ve Okuyan Öğrenci Sayısı

 

Eğitim YılıÖğrenci SayısıOkul Sayısı
2002/’0371.100450
2003/’0490.606452
2004/’0596.851452
2005/’06108.064453
2006/’07120.668455
2007/’08129.274456
2008/’09143.637458
2009/’10198.581465
2010/’11235.639493
2011/’12268.245537
2012/’13380.771708
2013/’14474.096854
2014/’15546.4431.017
2015/’16555.8701.149
2016/’17506.5161.452
2017/’18514.8061.604
2018/’19498.0021.623
2019/’20495.6591.650

 

4+4+4 öncesinde 2011-2012 eğitim öğretim yılında 537 imam hatip lisesinde (İHL) 268 bin 245 öğrenci varken 2019/’20 eğitim öğretim yılı sonu itibariyle İHL sayısı bin 650’ye, bu okullarda okuyan öğrenci sayısı ise 495 bin 659’a yükselmiştir. 2019/’20 eğitim öğretim yılı itibariyle açık öğretim imam hatip lisesinde okuyan 107 bin 160 öğrenciyi de eklediğimizde, Türkiye’de İHL’lerde okuyan öğrenci sayısı, toplamda 602 bin 819 (önceki 605 bin 869) olmuştur.

Çok sayıda devlet okulunda kalabalık sınıf sorunu varken, yeterli talep olmamasına rağmen İHL yapımına devam edilmesi büyük bir çelişkidir. Türkiye’de imam hatip okullarında okuyan toplam öğrenci sayısı MEB’in üstün gayretleri ve devletin bütün imkânlarını seferber etmesi sonucunda 1 milyon 380 bin 258’e çıkmıştır.

MEB, kamu okulları karşısında özel okullara her fırsatta ayrıcalık tanırken, benzer bir durum imam hatip okulları için de geçerlidir. Fiziki altyapı sorunları en az olan, teknik olarak en donanımlı okullar imam hatibe dönüştürülmüştür. Yıllardır çok sayıda devlet okulu ödenek yetersizliği nedeniyle birçok sorunla baş başa bırakılırken, imam hatip okullarının ödenek talepleri anında yerine getirilmiştir.

Bugüne kadar özel okullar ve imam hatip okulları konusunda eğitimle ilgili hemen her konuda ayrımcılık yapmayı kendisine görev edinmiş olan MEB, bu konuda da ayrımcı uygulamalarını sürdürmüştür. Türkiye’de hiçbir okul türü diğerlerine göre ayrıcalıklı olmamalı, MEB politika geliştirirken ve bu politikaları uygularken bütün eğitim kurumlarına eşit mesafede yaklaşmalıdır.

 

MEB BÜTÇESİ VE EĞİTİM YATIRIMLARININ SEYRİ

 

MEB bütçeleri, her yıl eğitim sisteminin, öğrencilerin ve eğitim emekçilerinin ciddi sorunlar yaşadığı en temel ihtiyaçların görmezden gelindiği, sadece zorunlu harcamalar dikkate alınarak hazırlanmaktadır. Yıllardır eğitime ayrılan kaynaklar sadece rakamsal olarak artmakta, doğrudan eğitim hizmetlerine yönelik yatırımlar açısından bütçelerde gerçek anlamda bir artışın yapılmadığı görülmektedir. Özellikle pandemi döneminde yaşanan teknik ve altyapı sorunları nedeniyle eğitime ek bütçe taleplerimiz kabul görmemiştir.

18 yıl içinde MEB bütçesinin milli gelire oranı çok az artmış olmasına rağmen, belirlenen rakamlar ihtiyacın çok altında kalmış ve eğitim harcamalarının esas yükü, eğitimi adım adım ticarileştirme ve kamu kaynaklarının özel okullara aktarılmasının da etkisiyle büyük ölçüde velilerin sırtına yıkılmıştır.

2002-2021 yılları itibarıyla MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan payın gelişim seyri, her fırsatta “Bütçeden en çok payı eğitime ayırdık” diyenlerin halkı nasıl kandırdıklarının, eğitime ayrılan bütçenin ne kadarının yatırıma ayrıldığını gizlemeye çalışarak gerçekleri nasıl çarpıttıklarını açıkça göstermektedir.

MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay 2002 yılında yüzde 17,18 iken, eğitim hizmetlerinin sunumu açısından çok önemli olan bu rakam 2009’da yüzde 4,57’ye kadar gerilemiştir. MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay geçen yıla (yüzde 4,65) göre artmış (yüzde 7,69) gibi görünse de, 18 yıl önceki oranının çok gerisindedir. Bugüne kadar hazırlanan MEB bütçelerinin bizlere gösterdiği en açık gerçek, eğitimde yaşanan yoğun ticarileşme sürecinin, artarak devam edeceği, velilerin cebinden yapacağı eğitim harcamalarının belirgin bir şekilde artacağıdır.

Eğitim, devredilemez ve vazgeçilemez kamusal bir haktır. Bu alanda yapılan çeşitli araştırmaların da gösterdiği gibi, devlet okullarında paralı eğitim uygulamaları yaygınlaştıkça, en düşük gelir grubunda bulunanların gelirleri içinde eğitim harcamalarına ayırmak zorunda oldukları pay artmaktadır. Bu koşullarda devlet okullarında eşitsizlikleri derinleştiren örnekler, var olan toplumsal eşitsizlikler doğrultusunda okulları ayrıştırmaya neden olmakta zenginle yoksula ayrı ayrı ‘devlet okulu’, hatta aynı devlet okulu içinde gelir durumuna ya da başarı düzeyine göre farklı sınıflar oluşturmanın önü açılmaktadır.

Piyasacı eğitim sistemi, yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin bedelini ödemeyi, öğrenci ve velilerin ‘müşteri’ haline getirilmesini hedeflemekte, toplumdaki sınıf farklılıklarını daha da belirgin hale getirmektedir. Aynı okul içinde sınıflar, aynı bölgede okullar, farklı bölgeler, birbirleriyle rekabet içine sokularak eğitim hizmetleri piyasa kurallarına göre düzenlenmektedir. Yapılması gereken, kamusal kaynakların yine kamusal bir hak olan eğitim için, özel çıkarlar değil, toplumsal yarar ilkesi gözetilerek planlanması ve değerlendirilmesidir.

 

YÜZ YÜZE EĞİTİM VE AŞI

2020-2021 eğitim öğretim yılının ilk yarısı sonu itibariyle halen eğitim-öğretim kurumlarının fiziki ve altyapı sorunlarının devam etmesi, okulların fiziki yapısının pandemi koşullarına göre düzenlenmesinde eksiklikler olması, öğretmen ve yardımcı hizmetli kadrosu düzeyinin ve eğitim bütçesinin yüz yüze eğitimin başlaması için yeterli olup olmadığı en önemli tartışma konuları olarak öne çıkmaktadır.

Başlatılan aşı çalışmasında sıranın ne zaman öğrencilere ve eğitim emekçilerine geleceği ise tam bir muammadır. MEB, başlayan aşı sürecinde öğrencilerin, velilerin ve eğitim emekçilerinin taleplerini duymamazlıktan gelmeye devam etmektedir. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk “İkinci yarıyılda yüz yüze eğitimi başlatma yönünde ilkesel bir yaklaşıma sahibiz” açıklaması yaparken bile eğitim bileşenlerinin görüşlerine başvurulmamış, demokratik katılım mekanizmaları işletilmemiştir. Bu durum, eğitim öğretim yılının ikinci döneminde de biriyle çelişen kararlar alınarak, eğitimin içinden çıkılmaz bir hale sokulacağının ve öğrencilerimizin geleceği ile oynanacağının göstergesidir.

2020-2021 eğitim öğretim yılının ikinci döneminde yüz yüze eğitimi başlatmayı düşünenler, demokratik katılım mekanizmaları oluşturmalıdır. Eğitim emekçilerinin aşı takvimindeki yeri gözden geçirilerek bir an önce kamuoyuna açıklama yapılmalı ve yeni döneme başlanmadan eğitim emekçilerine yönelik aşılama çalışmalarına başlanmalıdır.

SONUÇ

2020-2021 eğitim öğretim yılının ilk yarısında eğitim alanında yaşanan gelişmeler, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek için gerekli adımları atmadığını göstermiştir.

Pandemi nedeniyle uygulanan uzaktan eğitim ile ilgili sorunların çözümü için gerekli adımların atılmadığı, eğitime erişimde yaşanan sorunlar başta olmak üzere eğitimde dayatmacı politikaların sürmesi nedeniyle öğrencilerin ve öğretmenlerin mutsuz olduğu, eğitim sürecinde farklı dil, kimlik ve inançların dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği, öğretmenlerin esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlandığı bir eğitim sisteminin başarılı olması mümkün değildir.

Kamusal eğitim, siyasal iktidarın ve bir bütün olarak devletin ekonomik ve demokratik talepleri karşılaması için zorlandığı, eğitim hizmetinin herkes için eşit, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir olmasını ifade eden bir kavramdır. Bir ülkede herkesin eşit koşullarda yararlanabileceği bir eğitim hakkından bahsedebilmek için eğitimin fiziksel ve ekonomik yönden de erişilebilir olması gerekir. Eğitime erişim hakkını düzenleyen her türlü ulusal/uluslararası yasa/sözleşme, devletlere bu hakkın ayrım yapılmaksızın sağlanması yükümlülüğünü getirmektedir.

Eğitim sisteminde yaşanan sorunlar, elbette ülkedeki ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda yaşanan gelişmelerden ayrı ve bağımsız değildir. Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okulöncesinden üniversiteye kadar bilimin ve laikliğin değil, milliyetçiliğin, ayrımcılıkların ve inanç sömürüsünün referans alındığı bir eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçileri olarak kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelemizi kesintisiz sürdüreceğiz.

 

 

 

Sendikamızdan Haberler