2022/2023 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞINDA EĞİTİMİN DURUMU

2022/2023 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞINDA EĞİTİMİN DURUMU

2022-2023 Eğitim Öğretim yılı başında eğitimde yaşanan sorunlar, velilerin yaşadığı sıkıntılar ve zorunlu din derslerini  kaldırılmasına ilişkin Eğitim Sen, Veli -der ve Antalya Pir sultan Abdal Kültür Dernekleri birlikte 2 Eylül pazartesi günü saat 16.00’da İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. Şubemiz adına Şube Başkanı Nurettin SÖNMEZ açıklamayı okuyarak, eğitim öğretim raporunu kamuoyuyla paylaştır.

 

2022/2023 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞINDA EĞİTİMİN DURUMU

2022-2023 eğitim öğretim yılı, Türkiye’de eğitimin karşı karşıya olduğu ve geçtiğimiz yıllar içinde birikerek büyüyen sorunlarının gölgesinde açılmaktadır.

MEB’in son açıkladığı örgün eğitim istatistiklerine göre Haziran 2022 itibariyle Türkiye’de örgün eğitimde (resmi + özel) 19 milyon 155 bin 571 öğrenci bulunmaktadır. Öğrencilerden 15 milyon 839 bin 140’ı resmi, 1 milyon 578 bin 233’ü özel ve 1 milyon 738 bin 198’i ise açık öğretim kurumlarında eğitim görmüştür. 2021 yılında 1 milyon 452 bin 331 öğrencinin açık öğretimde okuduğu dikkate alındığında, her geçen yıl daha fazla öğrencinin örgün eğitim dışına çıkmak zorunda kaldığı anlaşılmaktadır.

MEB Örgün Eğitim İstatistiklerine göre Türkiye’de toplam 70 bin 383 eğitim kurumu/okulu içinde devlete ait kurum/okul sayısı 56 bin 200 (yüzde 80) iken, özel okulların sayısı 14 bin 124’tür. Devlet okullarında okuyan öğrenci sayısı 15 milyon 839 bin 140 (yüzde 82,7), özel okullarda okuyan öğrenci sayısı 1 milyon 578 bin 233 (yüzde 8,2) olmuştur. Açık öğretimde okuyan 1 milyon 738 bin 198 öğrenci (yüzde 9,1) öğrenci bulunmaktadır. Öğrencilerin cinsiyete göre dağılımına baktığımızda 9 milyon 928 bin 304’ü erkek, 9 milyon 227 bin 267’si kadındır.

Türkiye çapında devlet ve özel okullarda toplam 1 milyon 139 bin 673 öğretmen görev yapmaktadır. Haziran 2022 itibariyle devlet okullarında çalışan öğretmenlerin sayısı 975 bin 698’dir. Bu öğretmenlerin 95 bin 773’ü sözleşmeli öğretmen olarak çalışmaktadır. Özel okullarda çalışan öğretmen sayısı ise 163 bin 975 olarak açıklanmıştır. Öğretmenlerin 455 bin 294’ü erkek, 684 bin 379’u kadındır.

2021/2022 eğitim öğretim yılı sonu itibariyle devlet okullarında 103 bin 961 sözleşmeli öğretmen görev yapmaktadır. Devlet okullarında çalışan öğretmenlerin yüzde 43’ü (404 bin 972) erkek, yüzde 57’si (545 bin 118) kadındır.

 

Eğitim Kademelerine Göre Net Okullaşma Oranları

Eğitim YılıOkul Öncesi

(5 yaş)

 

İlkokul

 

Ortaokul

Genel Ortaöğretim[1]Mesleki ve Teknik Ortaöğretim[2]
2011/’12% 65.69% 98.67%67.37% 30.46
2012/’13% 39.72% 98.86% 93.09% 35.14% 32.24
2013/’14% 42.54% 99.57% 94.52% 36.67% 39.99
2014/’15% 53.78% 96.30% 94.35% 35.35% 44.02
2015/’16% 55.48% 94.87% 94.39% 35.61% 56.52
2016/’17% 58.79% 91.16% 95.68% 40.16% 42.38
2017/’18% 66.88% 91.54% 94.47% 41.31% 42.28
2018/’19% 68.30% 91.92% 93.28% 44.57% 39.63
2019/’20%71.22%93,62%95,90%48.73%36,28
2020/’21%56.89%93,23%88,85%51,16%36,76
2021/’22%81,63%93,16%89,84%53,55%36,12

 

Eğitim kademelerine göre okullaşma oranlarına bakıldığında eğitimde 4+4+4 düzenlemesi sonrasında örgün eğitim 12 yıla çıkarılmasına rağmen, okullaşma oranları açısından hedeflerin çok gerisinde kalındığı görülmektedir. Okullaşma oranları açısından son dokuz yılın en dikkat çekici özelliği ilkokulda okullaşma oranının yüzde 98.86’dan yüzde 93.16’ya düşmesi, ortaokulda okullaşma oranının yüzde 93.09’dan yüzde 89,84’e gerilemesidir.

Bölgesel eşitsizlikleri ve cinsiyetler arası eşitsizlikleri okullaşma oranlarındaki değişim üzerinden daha net görmek mümkündür. Okullaşma oranları dikkate alındığında özellikle okulöncesi ve ilkokul açısından Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Orta ve Doğu Karadeniz illerinin önemli bir bölümü Türkiye ortalamasının altındadır.

 

Eğitim Öğretim Yılı Acil Çözüm Bekleyen Sorunlarla Açılıyor

 

Yıllardır okulların fiziki altyapı ve donanım eksiklikleri giderilmemişken, kalabalık sınıflar, ikili öğretim ve taşımalı eğitim sorunu 2022/23 eğitim öğretim yılı başında da varlığını sürdürmektedir.

Türkiye’de eğitim sistemi uzun süredir ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakılırken, eğitimin temel sorunlarına yönelik çözümsüzlük politikaları bizzat iktidar ve MEB eliyle yapılan yasal düzenlemeler ve fiili dayatmalar eşliğinde sürdürülmektedir. Siyasi iktidarın eğitim alanında, uzun süredir kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda attığı adımlar, çeşitli vakıf ve derneklerle iş birliği halinde hayata geçirilen ‘piyasacı’ ve ‘dini eğitim’ merkezli uygulamalar, başta öğrenciler olmak üzere, öğretmenler, eğitim emekçileri ve velileri doğrudan etkilemektedir.

Türkiye’nin eğitim sistemi, yıllardır benimsenen piyasa merkezli, rekabetçi ve sınav merkezli eğitim politikaları sonucunda tam bir sorun yumağı haline gelmiştir. Türkiye’de okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar eğitimin bütün kademeleri, en temel işlevlerini yerine getiremez durumdadır. Bu durum kaçınılmaz olarak eğitimin niteliğini de olumsuz etkilemektedir.

Eğitimde yaşanan ve yapısal hale gelen sorunlar her ne kadar iktidar ve MEB tarafından görmezden gelinmeye çalışılsa da eğitim sorunu, ekonomik krizden sonra halkın en önemli ve öncelikli gündemi olmayı sürdürmektedir.

Ülkedeki etnik, dilsel, kültürel ve inanç çeşitliliği eğitim programlarında ve ders kitaplarında neredeyse hiç yansıtılmamaktadır. Eğitime erişimde, kız çocukları, mülteci çocuklar, anadili farklı olan çocuklar, engelli çocuklar ve geçici koruma altındaki çocukların dezavantajlarını ortadan kaldıracak adımlar yıllardır atılmamıştır.

Türkiye, engellilerin eğitimi konusunda gelişmiş ülkelerdeki uygulamalarla kıyaslandığında olması gereken düzeyin çok gerisindedir. Engellilerin eğitim alma ve meslek edinme taleplerini gerçekleştirme olanakları son derece sınırlıdır. Son yıllarda, sayıları hızla artan özel eğitim merkezlerinin denetimsiz uygulamaları nedeniyle engellilerin ve ailelerinin mağdur edildiğine ilişkin örnekler artmaktadır.

Türkiye’de başta eğitim kurumları olmak üzere, genel ve yerel hizmetlerin planlanması ve yürütülmesi aşamalarında engelli yurttaşların koşulları ve ihtiyaçları dikkate alınmamaktadır. Engellilerin önemli bir bölümü kendi başına ihtiyaçlarını giderememekte, aile bireylerine bağlı ve bakıma muhtaç şekilde yaşamını sürdürmektedir. Türkiye’de okul çağında olup da özel eğitim alamayan çocuk sayısı hala çok yüksektir. Özel eğitim için gerekli bilgi, hizmet ve fiziksel çevre koşullarının özel eğitim kapsamında olan engelli çocuklar için yeterince ulaşılabilir hale getirilmemiş olması düşündürücüdür.

Türkiye’de bulunan okul çağındaki 1 milyonu aşkın Suriyeli mülteci çocuktan 640 bini okula kayıtlıdır. Ancak, Milli Eğitim Bakanlığı’na göre halen 400 bini aşkın sayıda çocuk okula gitmemektedir ve bu durum söz konusu çocukları, ayrımcılığa, şiddete ve istismara açık hale getirmektedir.

Mevcut eğitim sistemi okulda ve toplumsal yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin bedelini ödemeyi, öğrenci ve velilerin müşteri olarak görülmesini hedeflerken, eğitim sistemi içindeki sınıfsal eşitsizlikler giderek derinleşmektedir. Aynı okul içinde sınıflar, aynı bölgede okullar ve farklı bölgelerdeki okullar sürekli birbirleriyle rekabet içine sokulmuş durumdadır.

Okullarda, özellikle eğitimde 4+4+4 düzenlemesine geçilmesinin ardından sınıfsal bölünmeler geçmişe oranla çok daha net bir şekilde yaşanmaya başlamıştır. Okullarda aidat veren sınıf, aidat vermeyen sınıf ayrımları yapılmakta, aidat veren öğrenciler fiziksel olarak daha temiz ve daha donanımlı sınıflarda okurken, aidat vermeyen öğrenciler daha az donanımlı sınıflarda ve sağlıksız koşullarda eğitim görmeye zorlanmaktadır.

EĞİTİM HARCAMALARI EL YAKIYOR

 

Son yıllarda özellikle bütçe görüşmeleri dönemlerinde iktidar cephesinden en sık duyulan söz ‘Eğitime en çok payı biz ayırdık’ olmuştur. Eğitim bütçesini sadece sayısal verilerden ibaret görüp, bütçeden eğitim yatırımlarına ayrılan payı göz ardı ettiğimizde bütçeden eğitime ayrılan payın rakamsal olarak arttığını söylemek mümkündür. Ancak bu durum eğitim bütçesinin nereye harcandığı gerçeğinin üzerini örtmemektedir.

Geçtiğimiz yıllar içinde devlet okullarına ihtiyaç kadar ödenek ayrılmaması, kaçınılmaz olarak öğrenci velilerinin eğitimin finansmanına doğrudan katılımını beraberinde getirmiştir. Başta ‘gönüllü bağış’ adı altında toplanan kayıt parası olmak üzere, hemen her okulda çok sayıda kalemde para toplanarak eğitim harcamaları büyük ölçüde velilerin sırtına yıkılmaktadır.

Ülkemizde halkın büyük bölümünün asgari ücret ya da asgari ücrete yakın bir ücretle çalıştığı dikkate alındığında velilerin öğrencilerin zorunlu ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanacağı, özellikle birden fazla çocuğu okula gidecek olan dar gelirli velilerin zorunlu ihtiyaçları dahi karşılamasının mümkün olmadığı görülmektedir.

Eğitim Sen Antalya Şubesi kentin daha çok asgari ücretli çalışanlarının yaşadığı Kepez İlçesinin bazı mahallelerindeki kırtasiyelerden edindiği bilgilerle ilkokula, ortaokula ve liseye başlayan bir öğrencinin okula başlamak için gerekli olan zorunlu ihtiyaçların velilere maliyetini çıkarmıştır. Tespit edilen rakamlar bir öğrencinin okula başlarken yapması gereken en az harcamayı göstermektedir. Bu rakamların içinde yardımcı kaynaklar, kayıt ücreti, servis ücreti ve velilerden yıl içerisinde talep edilen katkı payı yoktur. Kenar semtlerden merkeze yaklaştıkça fiyatlarda belirgin artışlar yaşandığı görülmektedir.

 

2022-2023 eğitim öğretim yılı başlarken veliler;

  • İlkokul 1. Sınıfa başlayacak bir öğrenci için zorunlu ihtiyaçlara840 TL ödemek durumundadır.
  • Ortaokula başlayacak bir öğrenci için zorunlu ihtiyaçlara180 TL ödemek durumundadır.
  • Liseye başlayacak bir öğrenci için zorunlu ihtiyaçlara 270 TL ödemek durumundadır.

Geçtiğimiz yirmi yıl içinde bir velinin çocuğu için yaptığı eğitim harcaması katlanarak artmıştır.  Eğitime ayrılan bütçenin yetersizliği nedeniyle uzun zamandır kendi ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalan devlet okulları çözümü bu yıl da velilerin cebinde aramıştır. Yeni eğitim-öğretim döneminin başlamasıyla birlikte okullarda kayıt parası ve zorunlu bağış uygulamaları gündeme gelmiştir. Her kayıt döneminde velilerden istenen ‘kayıt parası’ ve ‘bağış parası’ bu yıl velileri geçmiş yıllara göre daha fazla zorlamıştır. Bunların dışında velilerden ‘ihtiyaç maddeleri’ listesi adı altında ‘A4 kâğıdı, kâğıt havlu, sıvı sabun, tuvalet kâğıdı’ vb. gibi diğer ürünler için 300 ila 500 TL arasında para istenmektedir.

Kırtasiye harcamaları en az iki kat arttı

 

Okul hazırlıklarında velilerin en önemli gider kalemini kırtasiye harcamaları oluşturmaktadır. Bir yıl önce ilkokula başlayan bir öğrenci için en ucuz zincir marketlerde 234 TL’ye alınan kırtasiye malzemeleri bugün en az 3 kat artışla 710 TL’ye alınabilmektedir.

 

 

KIRTASİYE ÜRÜNÜ

 

2021 (TL)

 

2022 (TL)

 

Okul çantası45,00149,95
Beslenme çantası34,5079,50
Suluk (500 ml) 15,5049,75
2 adet Defter (60 Yp) 10,0024,00
Müzik defteri (30 Yp)3,009,00
Makas4,5012,50
Kalem (12’li)12,5049,50
Kalemtıraş-silgi set7,9519,95
Kalem kutusu8,9518,50
Kuru boya (24’lü)12,9549,95
Pastel Boya (18’li)22,5059,90
Keçeli kalem (12’li)16,9549,95
Abaküs15,0049,90
A4 kâğıt (1 top)24,5087,90
 

TOPLAM

 

233,80

 

710,25

 

Bir yıl önce bir ilkokul öğrencisinin kırtasiye gideri en az 233,80 lira iken, bu yıl aynı durumdaki bir öğrencinin kırtasiye harcamaları en az 710 liradır. Milyonlarca insanı etkileyen ekonomik kriz, TL’de yaşanan değer kaybı ve yüksek enflasyon nedeniyle diğer bütün harcama kalemlerinde olduğu gibi, kırtasiye harcamalarında da astronomik artışlar yaşanmıştır.

Eğitim-öğretimin hukuken parasız olduğu temel eğitimde velilerin ceplerinden yapmak zorunda kaldığı eğitim harcamaları her geçen yıl artmakta, veliler çocuklarını kimi zaman borçlanarak, kimi zaman bankalardan ‘eğitim kredisi’ çekerek, kimi zaman da gıda harcamalarından kısarak okutmak zorunda bırakılmaktadır.

 

Öğrencilerin Beslenme Sorununa Çözüm Üretilmelidir

 

Eğitim ve öğretimde öne çıkan en önemli sorunlardan birisi de öğrencilerin okullardaki beslenme sorunudur. Türkiye’de çok sayıda öğrenci okula kahvaltı yapmadan gitmekte, yine birçok öğrencinin okulda yemek yemeden günü tamamladığı ve eve döndüğü görülmektedir. Bu sorun temel ve acilen çözülmesi gereken bir sorundur.

Derinleşen ekonomik kriz, hız kesmeden devam eden zamlar, enflasyonun üç haneli rakamlara ulaşması ve alım gücünün gün geçtikçe düşmesi mutfaktaki yangını büyütürken artık temel besin gıdalarına dahi ulaşmak zorlaşmıştır. Çocuklar için beslenmenin önemli olduğu koşullarda bir litre kutu sütün 20 lira, bir yumurtanın 2 buçuk lira, en uygun yerlerde bir kilo kıymanın fiyatı 120 lirayı aşmıştır. Bu koşullarda çocuklarına her gün ayrı bir beslenme çantası hazırlamak durumunda kalan aileler eti, sütü, meyveyi, kuruyemişi geçelim, peyniri, zeytini bile alamaz hale gelmiştir.

Sağlıklı beslenme alışkanlığının çocukların sadece büyüme ve gelişiminde değil, okul başarısı üzerinde de son derece etkili olduğu bilinmektedir. Yetersiz ve dengesiz beslenen öğrencilerin dikkat süreleri kısalmakta, algılamaları azalmakta, zaman zaman öğrenme güçlüğü ve davranış bozuklukları gelişebilmekte ve benzeri nedenlerden dolayı okul başarıları düşebilmektedir.

Bugün dünya üzerinde 100’den fazla ülkede uygulanan ve eğitim yaşamının parçası haline gelmiş Okul Yemeği Programları (OYP) sosyal bir ortam olan okul ortamında olanakları yeterli olmayan öğrencilere yeterli beslenme olanağı sunmaktadır. Sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırmasıyla başarı oranlarını da artıran OYP, uzun vadede kalıcı eşitsizliklerin dönüştürülmesinde etkin bir rol üstlenmektedir.

Türkiye, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeleri arasında çocuk yoksulluğunda ilk sırada. Okula aç giden çocuk sayısı artarken, acil ücretsiz okul beslenme programı çağrısı yapılmaktadır. Özellikle ekonomik krizle birlikte hızlı artan yoksullaşma, öncelikle en hassas durumdaki çocukları etkilemiştir. Türkiye’de bugün her 5 çocuktan biri derin yoksulluk sorunları ile yüzleşmekte, yeterli ve besleyici gıdaya ulaşamamaktadır. Bu noktada yapılacak en acil eylem, bir an önce okullarda kamunun öğle yemeği hizmeti sunmasıdır.

MEB, çocuklarımızın sağlıklı gelişimi ve eğitim sürecinin sağlıklı işlemesi için öğrencilerin beslenme sorununu çözmek için ayrı bir bütçe ayırmak durumundadır. Taşımalı eğitim yapan okullarda bile öğrencilerin beslenme sorunları çözülmüş değildir. Alım gücünün giderek düşmesi ve yoksullaşmanın artması ile birlikte öğrencilerin okuldaki beslenme sorununun 2022/23 eğitim öğretim yılında daha yakıcı bir hale gelmesi kaçınılmaz gözükmektedir.

 

Okul Bütçelerini Devlet Değil, Veliler Yapıyor

 

Türkiye’de eğitim kurumlarının büyük bölümünün mülkiyeti hala devlete ait olmasına rağmen, eğitim kurumlarında verilen hizmetlerin önemli bir bölümü geçtiğimiz yıllar içinde ticarileştirilmiştir. Eğitimde yaşanan ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları, kimi zaman açık, ama çoğunlukla gizli olarak yapılmıştır. Bir taraftan eğitimin büyük bir bölümü zamanla birer ‘ticari işletme’ haline getirilen devlet okullarında sürdürülürken, diğer yandan eğitimin kamusal finansmanının tasfiye edilmesi yoluyla yoksul halkın eğitim finansmanı içindeki payı sürekli artmıştır.

Ülkemizde okulların önemli bir bölümü ciddi anlamda ödenek sıkıntısı çekerken, bakanlığın okullara ihtiyacı kadar ödenek ayırmaması nedeniyle, okulların pek çok ihtiyacı öğrencilerden düzenli olarak toplanan aidatlar, bağışlar ve okulların ticari faaliyetlerinden karşılanmaktadır. Eğitime bütçeden yeterli pay ayrılmaması ve okullara gönderilen ödeneklerin zorunlu harcamalara bile yetmemesi, okulların altyapı sorunları ve fiziki donanım eksikliklerinin sürekli artmasına neden olmaktadır. Devlet okulları yıllardır adeta ‘kendi yağıyla kavrulmak’, öğretmenler ise öğrenci ve velileri ile para ilişkisine girmek zorunda bırakılmaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre derslik başına düşen öğrenci sayısı gerçekte olduğundan düşük gösterilmesine rağmen, özellikle yoksul emekçi mahallelerinde Türkiye ortalamasının çok üzerinde kalabalık sınıf sorunu yaşanmaktadır. Okulların fiziki donanımı, en temel eğitim araç gereçlerinin olup olmaması, okulda öğrencilerden para toplanıp toplanmamasına göre değişiklik göstermektedir.

Eğitim bütçesinin dışında oluşturulan fiili okul bütçelerinin tamamına yakını öğrencilerden çeşitli adlar altında toplanan aidatlar, okullarda yapılan kermesler, okul salonlarının şirketlere kiraya verilmesi, bazı okul salonlarının düğün, nişan ve benzeri ‘sosyal etkinlikler’ için kiralanması, okul bahçelerinin otopark yapılması vb. gibi etkinliklerden karşılanmaktadır.

 

KAMUSAL EĞİTİM İKTİDAR ELİYLE ADIM ADIM TASFİYE EDİLİYOR

Eğitimde 4+4+4 dayatmasının sonrasında yıllar içinde devlet okullarının sayısı belirgin bir şekilde azalırken, her fırsatta kamu kaynakları ile desteklenen, çeşitli muafiyet ve istisnalar ile açılması teşvik edilen özel ilkokul ve ortaokul sayılarındaki artış sürmüştür. Eğitimde 4+4+4 uygulamasının başlamasından bu yana devlete ait ilkokul sayısının 5 bin 697 azalması dikkat çekicidir. Aynı dönemde devlet okullarına giden öğrenci sayısındaki ilkokulda öğrenci sayısındaki azalma 304 bin 507 olmuştur.

 

 İlkokul ve Ortaokulda Okul, Öğrenci ve Öğretmen Sayıları (Özel)

 

 

Eğitim Yılı

İlköğretim

Özel Okul sayısı

İlköğretim

Öğrenci Sayısı

İlköğretim

Öğretmen Sayısı

2011/’12931286.97231.691
 İlkokulOrtaokulİlkokulOrtaokulİlkokulOrtaokul
2012/’13992904167 381164 29420.54618.926
2013/’141.071972184 325182 01921.27321.459
2014/’151.2051.111203 272208 42422.19423.016
2015/’161.3891.555232.039278.08925.90831.288
2016/’171.3241.481213.113288.76623.10828.775
2017/’181.6181.869233.740321.77928.96637.593
2018/’191.8082.060262.164338.04632.66741.437
2019/’201.9822.351274.018347.49533.51442.944
2020/’212.0492.343269.312311.81133.28539.316
2021/’222.0392.284311 889344 65734 71039 314
 4.320656.54674.024

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türkiye’de faaliyet yürüten özel okullar AKP ile birlikte altın çağını yaşamaya başlamıştır. Özel okul ve özel okula giden öğrenci sayıları tüm zamanların rekorunu kırmış durumdadır. Eğitimde 4+4+4 uygulaması öncesinde Türkiye’de 4 bin 664 özel okul (2.848 özel okul öncesi, 931 özel ilköğretim, 885 özel lise) bulunmaktayken, 2022 yılı itibariyle özel okul sayısı 14 bin 179’a (6.246 özel okul öncesi (önceki 5.320); 2 bin 39 özel ilkokul (önceki 2.049); 2 bin 284 özel ortaokul (önceki 2.343); 3.610 özel lise (önceki 3.789), aynı dönemde toplam öğrenci sayısı ise yaklaşık 2,5 kat artarak 535 bin 788’den 1 milyon 578 bin 233’e (önceki 1 milyon 310 bin 605) yükselmiştir.

 

EĞİTİMDE DİNSELLEŞME PRATİKLERİ ARTIYOR

 

Türkiye’de yıllar içinde adım adım hayata geçirilen eğitimi hem içerik, hem de biçimsel olarak dini kural ve referanslara göre biçimlendirme uygulamaları son yıllarda daha da artmıştır. Eğitim müfredatına bilim dışı müdahaleler, felsefe-bilim derslerinin azaltılması, okulda mescit uygulaması, zihinsel engelli çocuklara zorunlu din dersi getirilmesi, okul öncesi ve ilkokul öğrencilerinin camilere götürülmesi, din eğitiminin fiilen okul öncesine hatta kreşlere kadar indirilmesi vb. gibi uygulamalar eğitimin dinselleştirilmesi açısından öne çıkan uygulamalar olarak dikkat çekmektedir. Birkaç yıldır karma eğitimin açık açık hedef haline getirilmesi ve imam hatiplerden başlayarak sınıfların cinsiyete göre ayrılması uygulamaları sorunun boyutlarının çok daha büyük olduğunu göstermektedir.

Türkiye’de eğitim sisteminin müfredat, ders kitapları ve uygulama alanları itibarıyla çocukların, cinsiyet, etnik köken, dil, mezhep ve inanç ayrımcılığı ile karşı karşıyadır. Türkiye’nin eğitim sistemi toplumsal cinsiyet eşitliğinden oldukça uzaktadır ve giderek dinsel içerik kazanan egemen ideolojinin yoğun baskısı ve denetimi altındadır.

Büyük bölümü Diyanet’e ve dini derneklere bağlı ‘Toplum Temelli Kurum’ olarak bilinen ve 4-5 yaş okul öncesi çağdaki çocukları hedefleyen kursların ve bu kurslara giden öğrenci sayısının arttırılması adeta bir devlet politikası haline getirilmiştir. 2020/’21 eğitim öğretim yılında ‘Toplum Temelli Kurum’ 2 bin 252, öğrenci sayısı 50 bin 220 iken, Haziran 2022 itibariyle kurum sayısı iki kattan fazla artarak 4 bin 651’e öğrenci sayısı ise 2,5 kat artışla 127 bin 258’e çıkarılmıştır.

Türkiye’de ‘din eğitimi’ pratiklerinde sıkça karşılaşıldığı gibi, çocuklarda korku, endişe, umutsuzluk, suçluluk duyguları yaratan, çocuğun dini bilgiyi edinmeye hazır olmadığı bir dönemde dini eğitimle karşı karşıya bırakılmasının çocuk üzerinde olumsuz etkilerinin olması kaçınılmazdır.

Yıllardır siyasal istismar konusu olan imam hatip okulları her açıdan desteklenerek, tüm masrafları devlet tarafından karşılanarak, özellikle yoksul ailelerin çocuklarını bu okullara göndermeleri yönünde çalışmalar yapılmaktadır. 2021 yılında 2 bin 758’i bağımsız, 669’u imam hatip lisesi bünyesinde olmak üzere toplam 3 bin 427 imam hatip ortaokulu varken, Haziran 2022 itibariyle bu sayı 2 bin 720’si bağımsız, 731’i imam hatip lisesi bünyesinde olmak üzere 3 bin 451’e çıkmıştır. Öğrenci sayısı 714 bin 297’den 710 bin 264’e gerilemiştir. Benzer bir durumu imam hatip liselerinde (İHL) de görmek mümkündür. 2021 yılında 1.672 İHL’de 514 bin 630 öğrenci eğitim görüyorken, Haziran 2020 itibariyle 1.694 İHL’de 515 bin 951 öğrenci eğitim görmektedir. Açık öğretim imam hatip lisesinde okuyan 96 bin 14 (önceki 91 bin 942) öğrenciyi de eklediğimizde, Türkiye’de İHL’lerde okuyan öğrenci sayısı, toplamda 617 bin 278 (önceki 660 bin 117)  olmuştur.

MEB’in geçmişte eğitimin dinselleştirilmesi hedefiyle Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, çeşitli dini vakıf ve derneklerle ortak yürüttüğü projeler ve imzalanan ‘işbirliği’ protokolleri, okulları çeşitli cemaat, tarikat ve dini grupların etkinlik ve faaliyet alanı haline getirmiştir.

2012 yılında MEB’in Kur’an kurslarını denetim görevine son verilmesi ve kurslardaki yaş sınırının kaldırılması ile tarikat ve cemaatlerin açtıkları kurum sayısı hızla artmıştır. 2013’te Türk Ceza Kanunu’nun 263. maddesinin yürürlükten kaldırılmasıyla kanuna aykırı eğitim kurumu açan, çalıştıran ve bu merkezlerde çalışanlara verilen 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası kaldırılmış, kaçak tarikat okul ve yurtlarının artmasının önü açılmıştır. Ardından 2019 yılında Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği’nde değişiklik yapılarak, Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK) her tür ve seviyedeki resmi ve özel örgün ve yaygın eğitim kurumlarında sosyal etkinlik yapması’nın önü açılmıştır. Böylece STK adı altında çeşitli tarikat ve cemaatler, okul öncesinden üniversiteye kadar tüm okullara, protokol yapmaya ihtiyaç duymadan girmeye ve faaliyet yürütmeye başlamışlardır.

Pedagojik temele dayandırılmayan sürekli dini eğitimin en önemli sakıncası, çocuklara sürekli olarak korkunun öğretilmesidir. Bir davranışa yönelmek ya da başka bir davranıştan kaçınmak için dinde en önemli referans korkudur. En çok da günahtan korkmak öğretilir. Oysa çocukluk döneminde çocukların hatalar yapmaları, kendi doğrularını oluşturmadan önce içlerinden gelen her türlü sese kulak vererek, kendi kendilerine vicdan ve sosyal yargı geliştirmeleri önemlidir.

MEB’in merkezi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı, yerellerde ise İl müftülükleri başta olmak üzere, büyük çoğunluğu dini cemaatlerin uzantısı olan kimi vakıf ve derneklerle çeşitli konu başlıkları altında imzalanan işbirliği protokolleri, eğitim sisteminin büyük bir kuşatma ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir.

MEB’in görevi eğitim kurumlarını çeşitli protokol ya da projeler üzerinden dini grupların faaliyet alanı haline getirmek değil, çocuk ve gençleri insanlığın ortak evrensel değerleri doğrultusunda yetiştirmek, temel insan hakları ve çocukların yararını gözetecek, çocuk ve gençlerin kendini gerçekleştirebilmesi için mevcut bilgi birikimine ulaşmasına ve eleştirel düşünce becerisini kazanabilmesine olanak sağlayacak somut adımlar atmak olmalıdır.

OKUL DEVAMSIZLIĞI VE OKUL TERKİ SORUN OLMAYI SÜRDÜRÜYOR

 

Avrupa İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) verilerine göre Türkiye, Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında okulu erken bırakma alanında ilk sırada yer almaktadır. Eğitimini yarıda bırakanların sayısı bölgelere göre farklılık gösterirken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde okulu terk edenlerin oranı diğer bölgelere oranla daha fazladır. Kız çocuklarının okullaşma oranında görece artış olmasına rağmen, bu artışın mezuniyet oranlarına bire bir yansıdığını söylemek mümkün değildir. Okula kaydı yapılan öğrencilerden ne kadarının eğitime devam edip etmedikleri denetlenmemektedir. Buna rağmen MEB’in açıkladığı veriler, okul terki ve devamsızlık konusunda en sıkıntılı kurumların ortaöğretim kurumları olduğunu göstermektedir.

Eğitimde sınav odaklı uygulamalar, gelecek kaygısı, öğrenci özerkliğinin sınırlılığı, okul güvenliğine ilişkin fiziki-psikolojik tartışmalar ile katı disiplin uygulamaları okullarda algılanan stresi ve devamsızlığı artırmaktadır.

Zorunlu eğitimin bir sonucu olarak ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında öğrencilerin okula devamları zorunludur. Eğitimle ilgili yasal düzenlemelere göre çocukların okula devamından hem veliler hem de okul yönetimi sorumludur. Çocukların devamsızlıkları, okul öncesi eğitim kurumlarında öğretmen, ilkokullarda sınıf öğretmeni, ortaokul ve imam-hatip ortaokullarında ise okul yönetimi tarafından e-Okul sistemine işlenmekte ve yöneticiler tarafından takip edilmektedir. Ancak veliler, çocuklarını nakil ve geçiş için prosedürleri tamamlamadıkça keyfi biçimde okuldan alıp dernek ve vakıf adı altında ya da doğrudan cemaat ve tarikatın kursuna götürmeye başlamıştır.

Eğitim sisteminde son yıllarda öğrencilerin okul devamsızlığında artış yaşanmasında MEB’in uygulamalarının da etkisi vardır. Örneğin Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer ‘12. sınıf öğrencilerini devamsızlıktan sınıfta bırakmayacağız. 12. sınıf öğrencileri devamsızlığı kafalarından çıkarsınlar. YKS’ye girecek öğrencilere de başarılar diliyorum…’ diyerek adeta öğrencileri devamsızlığa teşvik etmiştir. Liseyi dört yıla çıkarıp son yıl devamsızlığı sorun etmeyen bir eğitim anlayışını onaylamak mümkün değildir.

Eğitimin giderek paralı hale gelmesi, ekonomik durumu iyi olmayan öğrencilerin eğitimlerini yarıda bırakmasında önemli bir etkendir. Eğitimin bütün kademelerinde kamu kaynakları ile finansman yapılmalı, kamu kaynaklarının özel okullara aktarılmasından vazgeçilerek, devlet okullarına ihtiyacı kadar ödenek ayrılmalıdır.

Öğrencilerin okudukları okulun yeteneklerini ve yaratıcılıklarını ortaya koymalarına olanak tanıtıp tanımaması okulu bırakma eğilimi üzerinde etkili olan önemli başka bir faktördür. Bu nedenle öncelikle mevcut ezberci, rekabetçi, elemeye dayalı ve sınav merkezli eğitim anlayışı derhal terk edilmelidir.

Okul devamsızlığı ve okul terki kapsamında ele alınan öğrencilerin eğitimlerini yarıda bırakmaları durumu ciddi sosyal ve ekonomik sonuçlar doğurmaktadır. Yapılması gereken eğitimin kamusal niteliğini arttırmak, öğrencilerin eğitim sistemi içinde daha uzun süre kalmasına yönelik somut politikalar geliştirmektedir. Söz konusu politikalar, öğrencinin okul terki noktasına gelmeden önceki süreci analiz ederek öğrenciler için anlamlı bir okul iklimi oluşturmayı hedeflemelidir.

 

ÖĞRENCİLERİN BARINMA SORUNU ÇÖZÜM BEKLİYOR

 

Ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte milyonlarca öğrencinin öncelikli gündemini oluşturan barınma sorunu, önceki yıllarla karşılaştırılamaz boyutlara ulaşmıştır. Çok sayıda öğrenci ev kiraları ve yurt fiyatlarının yüksekliği nedeniyle eğitimine ara vermek zorunda kalmaktadır.

Artan enflasyon ve zamlar öğrencilerin barınma krizini büyütmektedir. Geçen yıl ‘Barınamıyoruz’ diyen üniversite öğrencileri için bu yıl daha da zor geçecektir. Üniversite kayıtları için farklı illere giden çok sayıda öğrenci kayıt heyecanını yaşayamadan barınma derdine düşmüştür. Devlet yurtlarında yer bulamayan öğrenciler artan ev kiraları ve özel yurt ücretleri karşısında ne yapacağını şaşırmış durumdadır.

Ailesinin yaşadığı il dışında üniversiteye giren asgari ücretli ya da ortalama gelire sahip bir ailenin çocukları için barınma sorunu bütün sorunların önüne geçmiş durumdadır. 2022 Temmuz ayından itibaren asgari ücrete yüzde 29,3 ara zam yapılmış olmasına rağmen, Kredi ve Yurtlar Kurumu (KYK) yurtlarına yüzde 80’e varan oranlarda zam yapılması, bu yurtlarda kalan öğrencilere yapılmış büyük bir haksızlık olmuştur.

2002’de Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (KYK) bağlı 191 yurt varken 2020’de bu sayı 773’e çıkmış, ancak yurt sayısının öğrenci sayısı ile orantılı artmaması sonucunda çok sayıda öğrenci barınma sorunu yaşamaya başlamıştır. Aynı dönemde özel yurtların sayısı iki kat artışla 2 bin 210’dan 4 bin 406’ya yükselmiştir. Özel yurtların 2 bin 894’ü dernek, 416’sı vakıf yurdu, diğerleri şahıs yurtları (368), ticari yurt (666) ve üniversite yurtlarıdır. Özel yurtların en az üçte biri tarikat ve cemaatlere ait ya da onların denetimindedir. Mahalle aralarındaki tarikat evlerinin sayısı ise tahmin bile edilememektedir. Tarikat yurtlarında ve evlerinde denetim yapılmadığı ve denetimi yapacak olanlar da tarikat üyesi olduğu için her türlü istimara açıktır. Bu yurtlarda geçtiğimiz dönemde pek çok olay yaşanmış, çocuklar taciz ve tecavüze uğramış, kimisi yaşadığı baskıya dayanamayarak intihar etmiştir.

Öğrencilerin barınma sorununu çözmek için yeni yurtlar yaptırmak, mevcut öğrenci yurtlarının fiziki ve altyapı koşullarını iyileştirmek için kaynak ayırmayan iktidar, yıllardır arka bahçesi olarak gördüğü tarikat-cemaat yurtları söz konusu olduğunda kamu kaynaklarını kullanmaktan geri durmamaktadır. Bu yurtlarda kalan öğrencilerin tarikat mensubu hocalar eşliğinde dini etkinliklere ve sohbetlere katılmasının zorunlu olduğu bilinmektedir.

Siyasi iktidar, dini eğitimin okul öncesi eğitim kurumlarından itibaren verilmesi yönündeki çabalarından üniversiteye kadar eğitim müfredatını laiklik ve bilim karşıtı bir çizgide yeniden oluştururken, pratikte tarikat ve cemaatleri, dini vakıf ve dernekleri eğitim sisteminin somut bir parçası olarak devreye sokmuş durumdadır. Öğrencilerin yıllardır tarikat-cemaat yurtlarına yönlendirilmesi iktidarın “Dindar nesil yetiştirme” yönündeki siyasal-ideolojik hedeflerinden bağımsız değildir.

Ekonomik olanakları yetersiz öğrencilerin eğitim alma haklarını kullanmalarını sağlamak sosyal devlet olmanın ve toplumsal adalet ve fırsat eşitliği ilkelerinin temel gereklerindendir. Bunun için talep eden tüm öğrencilere her kademede, ama özellikle orta ve yükseköğretimde yurt olanağı sunmak sosyal devletin temel sorumluluğudur. Eğitim bir ayrıcalık değil, temel bir insan hakkıdır. Öğrencilerimizin insanca yaşayabilecekleri beslenme ve barınma hakkı anayasal bir hak ve kamusal bir sorumluluktur.

Öğrenciler, siyasi iktidarla içli dışlı olan çeşitli dini grup ve cemaat yurtlarına mecbur bırakan bu sistemden acilen kurtarılmalıdır. İktidarın ve TOKİ’nin önceliği Türkiye’de dünyanın çeşitli ülkelerinde lüks konut yapmak değil, öğrencileri barınma ve yurt sorununa acilen çözüm bulmak olmalıdır.

 

MEB OKULLAŞMA POLİTİKASINI SİYASİ HEDEFLERE GÖRE BELİRLİYOR

MEB’in ortaöğretimde mesleki eğitim ve İmam Hatip okulları temelli olarak şekillendirilen okullaşma politikası, öğrencilerin çoğunluğunun bu okullara gideceği veya gitmesi gerektiği ön kabulü üzerinden şekillendirilmektedir. Böylece, bir taraftan sermayenin ihtiyaç duyduğu öğrencileri ara elemanlar ve ucuz işgücü olarak gören politikalar yaşama geçirilirken, diğer taraftan imam hatipleştirme politikaları üzerinden eğitimin dinselleştirilmesi ve siyasi iktidarın politik kitle tabanının genişletilmesi yönünde adımlar atılması hedeflenmiştir.

MEB’in imam hatip ve meslek liseleri merkezli olarak şekillendirdiği ortaöğretim okullaşma politikası, yıllardır öğrencilerin çoğunluğunun bu okullara yönlendirmeyi hedeflemiş ancak sonuç tam tersi olmuştur. Liseye Geçiş Sınavları (LGS) sonucunda birçok ilde Anadolu liseleri kapasitesinin üzerinde öğrenci kabul ederken, başta imam hatip liseleri olmak üzere, bazı liselerin kontenjanları bu yıl da büyük ölçüde boş kalmıştır.

MEB, okul türleri arasında resmen ayrımcılık yapmakta ve ortaöğretim sistemini imam hatipler ve meslek liseleri merkezli olarak yeniden yapılandırmaya çalışmaktadır. Ancak öğrenciler, ülkenin neresinde olursa olsun tercihlerini, iktidarın tüm çabalarına rağmen büyük çoğunlukla akademik eğitim veren okullardan yana kullanmıştır.

Öğrencilerin ilgi, yetenek, gereksinim ve tercihlerini dikkate almayan, okullaşma politikasını ve buna bağlı olarak kontenjanları bunlara göre oluşturmayan MEB’in yanlış politikaları nedeniyle öğrencilerin istediği okul türünde ve okulda eğitim alma hakkı açıkça ihlal edilmiştir. Velilerin, öğrencilerimizin en çok talep ettiği akademik liselerin sayısının ve kontenjanlarının artırılması, ekonomik kriz gerekçe gösterilerek durdurulan okul ve derslik yapımının hızlandırılmasıdır.

 

KÖY OKULLARININ AÇILMASI İÇİN GEREKLİ HAZIRLIKLAR YAPILMIYOR

 

Eğitimde 4+4+4 sistemine geçilmesinin ardından yeterli öğrenci olmaması gerekçe gösterilerek kapatılan çok sayıda köy okulu çürümeye terk edilmiş, köylerde yaşayan çocuklar birçok yönü ile sorunlu olan taşımalı eğitime mecbur bırakılmıştır. Büyük bölümü 4+4+4 düzenlemesi sonrası olmak üzere, geçtiğimiz 20 yıl içinde 20 bin 245 köy okulu kapatılmıştır. Köy okullarının yeniden açılabilmesi ve öğrencilerin yaşadığı mağduriyetin giderilmesi için geçtiğimiz aylarda bir yönetmelik değişikliği yapılmış olsa da sorun, tek başına yönetmelik değişikliği ile çözülecek kadar basit değildir. Yıllardır kapalı kalan ve büyük bölümü çürüyen, harabeye dönüşen köy okullarının 2022-2023 eğitim-öğretim yılına hazır hale getirilmesi için gerekli hazırlıklar yapılmamış, bütçeden yeteri kadar kaynak ayrılmamıştır.

İnşaat sektörünün, Türk Lirası’ndaki değer kaybı ve dövizdeki artışla birlikte sıkıntıya girmesi, yeni okul binası yapımını olumsuz etkilemiştir. MEB bünyesinde yeni okulların yapımı, eskiyen okulların bakım ve onarımı ile ilgili ihalelerin büyük bölümü maliyet artışları gerekçe gösterilerek iptal etmiş, öğrencileri fiziki alt yapısı yetersiz ve kalabalık sınıflarda öğrenim görmeye mecbur bırakılmıştır.

Köy okullarının yeniden açılması için gerekli altyapı hazırlıklarını yapması için nasıl bir planlama yapıldığı ve ne kadar kaynak ayırdığı konusunda hiçbir somut bilgiye ulaşılamamaktadır.  Açılacak köy okullarında öğretmen ve yardımcı personel istihdamı konusunda kadrolu ve güvenceli istihdam politikalarının benimsenmesi önemlidir. Eğitim öğretimin düzenliliği ve sürekliliği açısından köy okulları başta olmak üzere, hiçbir eğitim kurumunda geçici ya da güvencesiz istihdamdan kesinlikle uzak durulmalıdır.

 

KADROLU-SÖZLEŞMELİ-ÜCRETLİ ÖĞRETMEN AYRIMI EĞİTİMİN NİTELİĞİNİ OLUMSUZ ETKİLİYOR

15 Temmuz sonrasında tüm kamuda olduğu gibi eğitim alanında da sözlü sınav/mülakat üzerinden kullanılarak sözleşmeli öğretmen atamaları yapılmaya başlanmıştır. Öğretmen atamalarında mülakat uygulamasında ısrar, liyakatin adım adım terk edilerek, yerine sadakatin gelmesine neden olmuştur. 15 Temmuz 2016 sonrasında tek bir kadrolu öğretmen ataması yapılmamış, o tarihten sonra yapılan bütün atamalarda öğretmenler sözleşmeli olarak atanmıştır. 2022/’23 eğitim öğretim yılında en az 80 bin ücretli öğretmenin görev yapması beklenmektedir.

Eğitimin vazgeçilmez unsuru öğretmendir ve eğitimin niteliği, öğretmenin niteliği ile doğru orantılıdır. Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerin mevcut çalışma koşulları ile öğrencilere ve genel olarak eğitime yeterince faydasının olması mümkün değildir. Bu nedenle öğretmenler arasında kadrolu, sözleşmeli ya da ücretli öğretmen ayrımı yapılmamalıdır.

Sözleşmeli, ücretli ya da başka bir ad altında yapılan öğretmenlik uygulamalarının tamamına son verilmelidir. Ancak yıllardır fiilen uygulanan ücretli öğretmenlik gerçekliği önümüzdeki temel sorunlardan birisi olması nedeniyle eşit işe eşit ücret hakkının ve tüm özlük mesleki hakların bütün öğretmenler için uygulanması gerekmektedir.

Kamu hizmetlerinin sürekliliği, düzenliliği ve halka daha nitelikli olarak sunulması için eğitimde her türlü güvencesiz istihdam uygulamasından derhal vazgeçilmeli, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu kalıcı olarak çözülerek herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.

 

EĞİTİMDE GEÇİCİ VE GÜVENCESİZ İSTİHDAM UYGULAMALARI SÜRÜYOR, İŞKUR TYP PERSONELİ MAĞDUR EDİLİYOR

 

2022/’23 eğitim öğretim yılı başı itibariyle okulların üçte ikisinde kadrolu yardımcı hizmetli bulunmamaktadır. MEB, tıpkı ücretli öğretmen istihdamında yaptığı gibi her eğitim öğretim yılı başında personel açığını İŞKUR üzerinden kapatmaya çalışmaktadır. Eğitim öğretim yılı başında okullarda geçici olarak istihdam edilmek üzere İŞKUR bünyesinde Toplum Yararına Program (TYP) güvenlik görevlisi, temizlikçi, bakım ve onarım işçisi gibi alanlarda çok sayıda geçici sürede istihdam edilmek üzere personel alımları yapılmaktadır.

TYP çerçevesinde atanan personel sayısının yetersiz olması nedeniyle yüzlerce okulda personel sıkıntısı yaşanması ve temizlik hizmetleri başta olmak üzere, pek çok hizmetin aksaması kaçınılmaz görünmektedir. TYP bünyesinde çalıştırılan işçiler, en fazla 9 ay çalışabildikleri için yıllık izin, kıdem tazminatı gibi haklardan faydalanamamaktadır. 9 ayın sonunda aynı işçi üç ay ara vererek aynı işyerinde tekrar çalıştırılabilmekte ancak işte devamlılık sürerken bazı yasal hakların oluşması bizzat devlet eliyle engellenmektedir.

Eğitimin ve bilimsel üretimin gerçekleşmesinde öğretmeninden yardımcı hizmetlisine, genel idari hizmetlerden teknik hizmetler ve TYP personeline kadar bütün emekçilerin kolektif emeği olduğu, eğitim hizmetlerinin yürütülmesinde harcanan her emeğin, yapılan her işin önemli ve değerli olduğu açıktır.

Eğitim gibi yaygın, düzenli ve sürekli olması gereken bir kamu hizmetinin güvencesiz ve geçici istihdam uygulamalarıyla sağlıklı yürütülmesi mümkün değildir. Emeğimizin sömürülmesini kolaylaştırmak ve yoğunlaştırmak için bizleri iş güvencesinden yoksun bırakanlara ve farklı statüler üzerinden mücadele birliğimizi ortan kaldırmak isteyenlere karşı kadrolu güvenceli çalışma talebi etrafında birleşmekten başka çıkış yolu yoktur.

Eğitim kurumlarında çalışan mesai arkadaşımızın son derece kötü ve sağlıksız koşullarda çalışmak zorunda bırakılması, düşük ücret ve sınırlı sosyal haklara sahip olmaları kabul edilemez. Bu konuda daha fazla mağduriyet yaşanmaması için hiçbir eğitim kurumunda geçici, taşeron, ücretli, sözleşmeli, TYP’li vb gibi hangi adla olursa olsun geçici istihdam uygulaması yapılmamalı, kadrolu ve güvenceli istihdam politikası benimsenmelidir.

 

HUKUKSUZ KHK İHRAÇLARI SORUNU ÇÖZÜM BEKLEMEKTEDİR

685 sayılı KHK ile 23 Ocak 2017 tarihinde kurulan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu, 27 Mayıs 2022 tarihinde yaptığı son açıklamaya göre, bugüne kadar 124 bin 235 başvuruyu (başvuruların yüzde 98’i) karara bağlamıştır. Başvurulardan 17 bin 265’inde kabul, 106 bin 970’inde ret kararı verilmiştir. OHAL sürecinde ihraç edilen kamu emekçileri çok ciddi zorluklarla karşı karşıya kalmış, aralarında eğitimci ve akademisyenlerin de olduğu 60’ı aşkın KHK’li yaşadıkları haksızlığa dayanamayarak intihar etmiştir.

OHAL KHK’leri ile 1602 Eğitim Sen üyesi görevinden haksız ve hukuksuz şekilde ihraç edilmiştir. KHK ile göreve iade edilen üye sayımız 20, komisyon kararı ile göreve iade edilenlerin sayısı 527’dir. Önemli bölümü ‘barış akademisyenleri’ olmak üzere OHAL Komisyonu’nun ret kararı verdiği üye sayımız 812’dir. Dosyası reddedilip mahkeme kararı ile göreve döndürülenlerin sayısı 13’tür.  Komisyon’da dosyası bekleyenlerin sayısı 230’dur.

Hukuki niteliği olmayan OHAL Komisyonu’nun, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal kurumları olan mahkemeleri yok sayarak karar vermesi açık bir anayasa ihlalidir ve suçtur. Hakkında suça bulaştığı iddia edilen kamu görevlileri ile ilgili tüm hukuki işlemler, kendisini mahkemelerin yerine koyan OHAL Komisyonu tarafından değil, mevcut hukuk sistemi içinde yer alan mahkemeler aracılığıyla yürütülmelidir.

Türkiye’nin hukuk sistemi içinde mevzuatça belirlenmiş bir yargı mercii olmayan OHAL Komisyonu derhal lağvedilmeli, haklarında herhangi bir yargı kararı bulunmayan, hukuken suç olmayan gerekçelerle ihraç edilen tüm kamu görevlileri bütün haklarıyla birlikte derhal görevlerine iade edilmelidir.

 

KAMUSAL, BİLİMSEL, LAİK VE ANADİLİNDE EĞİTİM İSTİYORUZ

 

Türkiye’de eğitimin gerçek anlamda bilimsel ve laik bir içeriğe sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Bilimi, siyasal ve ideolojik amaçlarla kuşatarak kamuya sunmak bilimsellikten uzak olduğu gibi laik eğitimin gerçekleşmesi önünde de ciddi bir engel teşkil etmektedir. Din ve vicdan özgürlüğünün tanımı açıkken, tek dinli yapıyı pekiştirme konusundaki ısrar sürmektedir. Türkiye, taraf olduğu Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırı hareket etmekte, AİHM’in son olarak Anayasa Mahkemesi’nin zorunlu din dersleri ile ilgili verdiği kararlar açık biçimde ihlal edilmektedir.

Eğitim sisteminin bütün kademelerinde pozitif bilimin tüm öğelerini içinde bulunduran, çağdaş ve bilimsel ilkelere dayanan, gerçek bir laiklik anlayışı temelinde yükselen bir yapının oluşturulması ve zorunlu din dersi uygulamasından derhal vazgeçilmelidir.

Tüm öğrenciler için eşit, parasız ve nitelikli eğitim olanakları sağlamak devletin ve özelde Milli Eğitim Bakanlığı’nın sorumluluğundadır. Özelleştirmeyi destekleme politikalarına son verilmeli, bütçeden en büyük pay eğitime ayrılmalıdır. Bilimsellik eğitimin olmazsa olmazıdır. Öğretim programında temel referansımız bilim olmalı, protokoller eliyle eğitimin dinselleştirilmesi politikalarına son verilmeli, öğrencilere ve velilere rağmen gerçekleştirilen okullaşma politikası sonlandırılmalıdır. Bilimin, sanatın, sporun iç içe olduğu, öğrencilerin ilgi ve yetenekleri doğrultusunda kendini özgürce ifade edebildiği laik ve bilimsel eğitim politikaları hayata geçirilmelidir.

Anadilinde eğitim, eğitim biliminin en temel ilkelerinden birisidir. Bir ülkenin gelişmişliği ve kültürel zenginliği açısından önemli olan, ekonomik ve toplumsal başarı sağlamak, dilsel ve kültürel zenginliklerin nesilden nesile aktarılmasının olanaklarını yaratmaktır. Toplumsal değişim ve ilerlemeyi engelleyebilmek için dünyanın birçok yerinde ilk olarak eğitim olgusuna el atılarak, kültürel zenginlikler talan edilmiş ve ‘resmi dil’ dışında kalan anadillerinde eğitimin yasaklanması ile eğitim biliminin en temel ilkesi yok sayılmıştır.

MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir derdinin olmadığı açıktır. Okulların eğitim kurumu olmaktan adım adım uzaklaştığı, öğrencilerin yarış atı gibi sınavdan sınava koştuğu, öğretmenlerin düşük ücretle, esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlandığı, siyasal kadrolaşmanın zirve yaptığı, farklı dil ve kimliklerin dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği bir eğitim sisteminin sağlıklı nesiller yetiştirmesi mümkün değildir.

 

SONUÇ

 

Türkiye’nin eğitim sistemi, çocuklar ve gençler için okurken mutlu, gelecekleri için umutlu olacakları bir eğitim ortamı sunmaktan çok uzaktır. Her yıl katlanarak artan ve kalıcı çözüm beklenen eğitim sorunlarıyla başlayan yeni eğitim yılı öncesinde ne öğrencilerin, ne velilerin, ne de eğitim emekçilerinin beklentilerinin karşılandığını söylemek mümkündür.

Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, her adımın paralı hale geldiği bir eğitim sisteminde öğrencilerin, velilerin ve eğitim emekçilerinin taleplerini gerçekleştirmenin tek yolu, herkesin eğitim hakkından eşit koşullarda ve parasız olarak yararlanmasının sağlanmasıdır. Ancak bu temel koşulun sağlanması için eğitim harcamalarının devlet tarafından karşılanması yeterli değildir. Okullarda verilen eğitimin içerik bakımından dini değil, bilimsel esaslara dayalı olması, eğitimin demokratik bir yapıda örgütlenmesi, gerçek anlamda laik, özgürlükçü ve herkesin kendi anadilinde eğitim görebildiği bir yapıda olması gerekmektedir.

 

[1] Genel Ortaöğretim: Genel lise, Anadolu lisesi, Anadolu öğretmen lisesi, fen lisesi, sosyal bilimler lisesi, güzel sanatlar lisesi, spor lisesi ve özel liseler.

[2] Mesleki ve Teknik Ortaöğretim: İmam hatip lisesi, Anadolu imam hatip lisesi, mesleki ve teknik Liseler, özel eğitim meslek liseleri ve özel meslek liseleri.

 

Sendikamızdan Haberler