2020-2021 Eğitim Öğretim Yılı 18 Haziran Cuma günü, salgın nedeniyle biriken ve giderek ağırlaşan sorunların gölgesinde “online karneler” verilecek 2 Temmuz 2021’de sona erecektir. “2020/2021 Eğitim Öğretim Yılında Eğitimin Durumu” raporunu kamuoyuyla paylaşmak üzere basın toplantısı yapıldı. yapıldı.
2020/’21 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI SONUNDA EĞİTİMİN DURUMU
Covid-19 pandemisinin gölgesinde başlayan 2020-2021 eğitim öğretim yılı 18 Haziran Cuma günü karnelerin dağıtılmasıyla sona erdi. Pandeminin başladığı Mart 2020’den bu yana, dünyanın pek çok ülkesinde sağlık ile birlikte eğitim sorunları öncelikli olarak ele alınmış ve öğrencilerin pandemi sürecinden en az etkilenmesi için tedbir arayışına girilmiştir.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO verilerine göre 31 Mayıs 2021 itibarıyla 210 ülkenin %55’inde okullar tamamen açık, %28’inde kısmen açık, %6’sında ara tatil, %11’inde ise kapalıdır.
UNESCO’nun verilerine göre Covid-19 pandemisi dünyada 1,6 milyardan fazla çocuğun eğitimini etkilemiştir. Bu sayı dünya üzerindeki çocukların yüzde 90’ını ifade etmektedir. Salgından dolayı 10 milyona yakın çocuğun okulu bırakma riski ortaya çıkmıştır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve UNICEF’e göre Covid-19 salgını sonucunda milyonlarca çocuğun çocuk işçiliğine itilmesi riski artmıştır.
Türkiye’de tablete, bilgisayara, telefona erişemeyen milyonlarca çocuğun varlığı bu süreçte yaşanan en büyük eşitsizliği beraberinde getirmiştir.
Türkiye 2020-2021 eğitim öğretim yılında iş günü itibariyle okulları en uzun süre kapatan ülkeler arasındadır. Kovid-19 salgını tedbirleri kapsamında, TRT EBA, ve canlı dersler kullanılarak uzaktan eğitim yoluyla başlayan 2020-2021 eğitim öğretim döneminde bakanlık tarafından gerekli tedbirler alınmadığı için kalıcı yüzyüze eğitime geçilememiştir.
Okul öncesi, özel eğitim merkezleri ile 8 ve 12. sınıfların destekleme ve yetiştirme kurslarında, zaman zaman yüz yüze eğitime geçilmiş, diğer kademelerde ise uzaktan eğitime devam edilmiştir. Tüm ilkokullar ve okul bünyesindeki ana sınıflarında haftada 2 gün, köy ve seyrek nüfuslu yerleşim yerlerindeki okullarda ise haftanın 5 günü tam zamanlı yüz yüze eğitim ise 1 Haziran itibarıyla başlatılmıştır. Covid-19 ile mücadele sürecinde hazirana ilişkin kademeli normalleşme kapsamında, Türkiye genelinde ortaokul ve liselerde 8 Haziran’da yüz yüze eğitime geçilmiştir.
Haziran ayında yüzyüze eğitime geçilmiş olmasına rağmen devam zorunluluğu olmadığı için öğrencilerin çok büyük bir bölümü okula gelmemiştir.
Örgün eğitimin bütün kademelerinde yer alan öğrencilerimiz 16 ay boyunca akademik, sosyal, psikolojik, fiziksel kayıplar yaşamanın yanı sıra ciddi düzeyde öğrenme ve beceri kayıpları yaşamıştır. MEB’in öğrencilerimizin yaşadığı kayıpları “Telafide ben de varım” sloganı ile telafi etmesi mümkün görünmemektedir.
UZAKTAN EĞİTİM EĞİTİME ERİŞİMDEKİ EŞİTSİZLİK VE ADALETSİZLİKLERİ DERİNLEŞTİRMİŞTİR
Türkiye’de yıllardır temel bir sorun olan bölgeler, iller, ilçeler, mahalleler hatta okullarda ve okul içindeki şubeler arasında yüz yüze eğitime erişimde bile hem nitelik hem de nicelik olarak ciddi farklılıklar olduğu bilinmektedir. Salgın süreci ile birlikte eğitimde var olan mevcut eşitsizlikler ve adaletsizlikler daha da derinleşmiştir.
Pandeminin başından itibaren çocukların ve gençlerin yüz yüze eğitimini önceleyen, okulları ‘ilk açan ve en son kapatılan mekânlar’ olarak gören bir eğitim stratejisi izlenmemiştir. Çocukların ve gençlerin eğitim hakkı, tüm olanaklara rağmen karşılanmamış, derin yoksulluğa bağlı olarak eğitimdeki eşitsizlikler çok yönlü olarak artmıştır. Toplu ve kontrolsüz açılışlar ve göstermelik ‘tam kapanma’lar gibi gayri ciddi eğitim planlamaları yapılmış, akşamdan sabaha değişen kararlar alınmıştır. Uzaktan eğitim ve yüz yüze eğitimdeki beceriksizlik nedeniyle eğitim öğretimde tüm kademelerde bir buçuk yıl adeta heba edilmiştir.
Pandemi riskine karşı uzaktan eğitime geçilmesi ile kamusal bir hizmet olan ve her çocuğun eşit bir şekilde faydalanması gereken eğitim hakkına ulaşmak güçleşmiştir. Özellikle düşük gelirli ve yoksul aile çocukları ile mevsimlik tarım işçiliği yapan çocuklar normal koşullarda bile eğitim olanaklarından yeterince yararlanamazken, uzaktan eğitim ile birlikte her çocuğun ulaşabileceği bilgisayar, internet gibi teknolojik araçlarının olmaması, çocukların eğitim sisteminden dışlanmalarına yol açmıştır. Örgün eğitimin her kademesinde öğrencilerimiz akademik, sosyal, psikolojik, fiziksel kayıplar yaşamanın yanı sıra ciddi düzeyde öğrenme ve beceri kayıpları yaşamıştır.
Pandeminin ilk aylarında uzaktan eğitimden kopan çocukların sayısı 6 milyon civarındayken MEB Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nün son açıklamasına göre, 21 Eylül 2020- 30 Nisan 2021 tarihleri arasında ancak 12 milyon 805 bin öğrenci EBA’yı etkin biçimde kullanmıştır. Zorunlu eğitime kayıtlı öğrenci sayısı 18 milyon 241 bin 881’dir. Bu veriden özel okul öğrencileri çıkarıldığında, 4 milyonu aşkın öğrencinin hem uzaktan eğitimden, hem de yüz yüze eğitimden uzak kaldığını söylemek mümkündür. Uzaktan eğitime katılan öğrencilerin yüzde 60’ının dersleri yalnızca cep telefonundan izleyebilmesi ve öğrencilerinin derslere katılım sürekliliğine ilişkin bilgi bulunmaması eğitime erişemeyen öğrenci sayısının çok daha yüksek olması ihtimalini güçlendirmektedir.
Yüz yüze eğitime kıyasla çok daha sınırlı olan uzaktan eğitimde ve canlı derslerde, örgün eğitimde uygulanan müfredatın bire bir aynısının verilmesinde neden ısrar edildiğini anlamak mümkün değildir. Eğitim müfredatında herhangi bir seyreltme ve azaltma yoluna gidilmemiş, yüz yüze eğitime göre hazırlanan müfredatın sınırlı süre içinde verilmesi mümkün olmamıştır. Müfredatla paralel olarak ders kitapları da uzaktan eğitime uygun olmadığından canlı derslerde normal ders kitaplarının kullanılması ciddi sorunları beraberinde getirmiştir. Etkileşimli kitapların yokluğu, uzaktan eğitime uygun basılı ve dijital materyallerin yetersizliği gibi sorunlar süreci daha da zorlaştıran etkenler olmayı sürdürmüştür.
Gerek canlı derslerin planlamasında, gerekse EBA TV yayınlarında çocukların sosyal-toplumsal gelişimine, bireysel ilgi ve yeteneklerine yönelik çalışmalara yeterince yer verilmemiştir. Spor, sanat, müzik ve beden dersleri yok sayılmıştır. Okuldan uzak kalan öğrencilerin sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çalışmaların yetersizliği, pedagog desteği sağlanmaması, gelişim çağındaki çocukların bu süreçte telafisi imkânsız zararlar görmesine neden olmuştur.
Eğitim Sen, uzaktan eğitimi kriz dönemlerinin “acil uzaktan eğitimi” olarak geçici ve görece destekleyici bir öğretim yaklaşımı olarak görmekte ve değerlendirmektedir. Sendikamızın eğitime dair temel yaklaşımı “yüz yüze eğitimin esas olduğudur.”
2020-2021 eğitim öğretim yılının ikinci yarısında eğitim kademelerine göre yaptığımız ve kamuoyu ile ayrıntılarını paylaştığımız bütün araştırmalar, Türkiye’de ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde sürdürülmekte olan uzaktan eğitimin yeterli ve etkili biçimde sürdürülemediğini, öğretmenlerin uzaktan eğitime ilişkin yargılarının oldukça olumsuz olduğunu göstermiştir. Uzaktan eğitimin koşulları oluşturulamamış ve ‘eğitim süreci devam ediyormuş algısı’ yaratılmıştır. Öğrencilerin çevrimiçi derslere katılımının düşüklüğü bu yargıyı büyük ölçüde desteklemiştir.
Eğitimde bütçe olanaklarının asıl olarak yüz yüze eğitime yönlendirilmesi son derecede önemlidir. Bununla birlikte salgının bulaş hızının arttığı dönemlerde uzaktan eğitime katılamayan dört milyon civarında çağ nüfusunun belirlenerek uzaktan eğitimleri için evlerde eğitim teknolojisi alt yapısının koşulları oluşturulmalıdır. Yoksulluğun çok katmanlı yaşandığı bu dönemde zorunlu eğitim çağındaki en kırılgan öğrenci kesimlerinin belirlenmesi ve desteklenmesi gerekmektedir. Bu kesimler, derin yoksulluk içinde bulunan evlerdeki çocuklar, evlerde toplumsal cinsiyet rollerine yönlendirilen kız çocukları, anadili farklı olan çocuklar, çalıştırılan çocuklar, mevsimlik işçilerin çocukları, göçmen çocuklar ve özellikle özel gereksinimli çocuklardır. Pandemi gibi kriz anlarında bu çocuklara uygun güçlendirici eğitim politikalarının geliştirilmesi son derece önemlidir.
Uzaktan öğretme sürecinde ortaya çıkan kayıplar her öğrencide farklı düzeyde yaşanmıştır. Yoksul ailelerimizin çocuklarında, mülteci çocuklarda, anadili farklı olan çocuklarımızda, özel eğitime ihtiyaç duyan çocuklarımızda öğrenme ve beceri kayıpları çok daha yüksektir. Her bölge, il ve ekonomik düzeye göre, tüm okullarda ayrı ayrı çalışma ekipleriyle bu kayıpların düzeyinin tespit edilmesi ve bilimsel veriler ışığında kapsamlı, uzun vadeli bir telafi programının hazırlanması gerekmektedir.
‘UZAKTAN EĞİTİM’ SÜRECİNDE EĞİTİM EMEKÇİLERİNİN YAŞADIĞI SORUNLAR
Pandeminin başlangıcından bu yana geçen sürede iktidar alınması gereken tedbirler konusunda eğitim emekçilerinin ve eğitim bileşenlerinin talep ve önerilerine kulaklarını tıkamıştır. Okullarda görev yapan tüm çalışanların risk altında olduğu, bu nedenle kadrolu, sözleşmeli, ücretli öğretmen, memur, hizmetli ayrımı olmaksızın tüm eğitim camiasının derhal aşılama çalışmasına başlanması yönündeki çağrılarımız karşılık bulmamıştır. Bu duyarsızlığın bedelini çok sayıda eğitim ve bilim emekçisi hayatını kaybederek ödemiştir. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği İSİG Meclisi, pandemi süresince en az 157 öğretmen ve idari personelin yaşamını yitirdiğini açıklamıştır. Özellikle eğitim emekçilerinin aşılama sürecinin gecikmesi, çok sayıda meslektaşımızın hayatını kaybetmesine neden olmuştur.
Türkiye’de uzaktan eğitim süreci, eğitim ve bilim emekçilerinin emeği ve yoğun çabası eşliğinde hayata geçirilmiştir. Eğitim ve bilim emekçileri, evlerini fiilen okul haline getirmiş, bilgisayar, internet erişimi, öğretim materyalleri gibi araçlar bireysel çabalarla sağlanmış veya satın alınmıştır. Yasalarla tanımlanmış sekiz saatlik çalışma süresi öğrencileri ve velileri desteklemek üzere daha uzun saatlere, akşam saatlerine ve hafta sonlarına kadar uzamıştır.
Eğitim ve bilim emekçilerinin evdeki emek süreci ve karşılaştığı güçlükler hakkında bir çalışma yapmayan MEB, bu görünmezlik algısıyla öğretmenlere eğitim ve deneyimlerinin dışında kalan işler vermek gibi uygulamalara girişmiştir. Bu süreç esnek çalışma, kuralsız çalışmaya döndürülmüştür.
Eğitim emekçileri bazı illerde pandemi gerekçesiyle ‘geçici görevlendirme’ ile zaman zaman polis kontrol noktalarında ateş ölçmek ya da kalabalık yerlerde bilgilendirme broşürleri dağıtmak için görevlendirilmiştir. Farklı illerde, eğitim emekçilerinin filyasyon ekiplerinde ya da çağrı merkezlerinde çalışmak için görevlendirildiği görülmüştür.
Yüz yüze eğitime kıyasla çok daha sınırlı olan uzaktan eğitimde ve canlı derslerde, örgün eğitimde uygulanan müfredatın aynısı verilmeye çalışılmış; müfredatta bir seyreltme ve azaltma yoluna gidilmemiştir.
Öğretmenlere hem uzaktan eğitimi uygulamak, hem de uzaktan eğitimde kullanılacak materyal geliştirme konusunda yeterince destek sağlanmamış olması, 2020-2021 eğitim öğretim yılının büyük ölçüde kayıp bir dönem olmasına neden olmuştur. Bu kayıp dönemin nasıl telafi edileceği ya da telafi edilip edilemeyeceği konusunda hiç de iç açıcı bir tablo bulunmamaktadır.
Milli eğitim Bakanlığı okulların 2 Temmuz kapanacağını kapanacağına rağmen okullarda çalışan yardımcı personelin görevine 15 Haziran itibariyle son vermiştir.Bu tutum Milli eğitim Bakanlığı’nın eğitimi ne kadar plansız bir şekilde yürüttüğünün gösterisidir ve yardımcı personelin hakları da bu şekilde ihlal edilmiştir.
Pandemi sürecini fırsat bilen bazı yerel yöneticiler ise eğitimi kendi ideolojik düşüncelerine göre şekillendirme yoluna gitmişlerdir. Yerelimizde yaşadığımız Finike İlçesinde imam eşlerinin usulsüz olarak köy okullarında öğretmen olarak görevlendirilmeleri bu tür gelişmelere örnektir. Bu yıl bazı imam hatip ortaokullarına kendi planladıkları sınavlarla öğrenci alma uygulamasına yol verilmiş olması önümüzdeki yıllarda her tarikatın kendi imam hatip okulunu açtığı, kendi yaptığı sınavla öğrenci seçimi yaptığı bir süreci de beraberinde getirecektir.
SONUÇ OLARAK
2020-2021 eğitim öğretim yılında eğitim alanında yaşanan gelişmeler, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek için gerekli adımları atmaktan geri durduğunu göstermiştir.
Pandemi nedeniyle uygulanan uzaktan eğitim ile ilgili sorunların çözümü için gerekli adımların atılmadığı, eğitim alanında yaşanan yapısal sorunlara kalıcı çözümler üretilmediği görülmüştür. Eğitime erişimde yaşanan sorunlar başta olmak üzere eğitimde dayatmacı politikaların sürmesi nedeniyle öğrencilerin ve öğretmenlerin mutsuz olduğu, eğitim sürecinde farklı dil, kimlik ve inançların dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği, öğretmenlerin esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlandığı bir eğitim sisteminin başarılı olması mümkün değildir.
Kamusal eğitim, siyasal iktidarın ve bir bütün olarak devletin ekonomik ve demokratik talepleri karşılamasını, eğitim hizmetinin herkes için eşit, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir olmasını ifade eden bir kavramdır. Bir ülkede herkesin eşit koşullarda yararlanabileceği bir eğitim hakkından bahsedebilmek için eğitimin fiziksel ve ekonomik yönden de erişilebilir olması gerekir. Eğitime erişim hakkını düzenleyen her türlü ulusal/uluslararası yasa/sözleşme, devletlere bu hakkın ayrım yapılmaksızın sağlanması yükümlülüğünü getirmektedir.
Eğitim sisteminde yaşanan sorunlar, elbette ülkedeki ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda yaşanan gelişmelerden ayrı ve bağımsız değildir. Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okulöncesinden üniversiteye kadar bilimin ve laikliğin değil, gerici eğitim anlayışının referans alındığı bir eğitim sistemi dayatması ile karşı karşıyayız.
Eğitim ve bilim emekçileri olarak kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelemizi sürdüreceğiz.